Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye,
kabuğunu açmış.
Su içinden geçerken, solungaçları
yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş.
Aniden, yakınındaki bir balık,
bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış.
İstiridye de kumdan nefret edermiş.
Zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece
rahatsız olurmuş.
İstiridye derhal kabuğunu kapamış
ama cok geç kalmış; sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş.
Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş.
Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini
hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış;
ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar...
İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş
ve sonunda muthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.
Karşı karşıya olduğumuz problemler
bu kum taneciğine benzer,
bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız .
Azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle,
sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın
üstesinden geliriz.
Daha alçakgönüllü, isteklerimizde daha ısrarlı, çevremizdekilere daha
yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karşı daha dayanıklı hale
geliriz.
Gizli gücümüzle, yaşamımızdaki pürüzlü kum taneciklerini, bize kuvvet veren ümit ve ilham kaynağı olan değerli incilere
dönüştürürüz...
Şimdi, nereden çıktı istiridye hikayesi dediğinizi duyar gibiyim.
21 yıl geçti...
Bir taş parçası geldi girdi içimize, attık atılmadı, sattık satılmadı.
Büyüdükçe büyüdük.
Büyüdükçe büyüdü.
Kırıp, parçaladı kabuğunu, çıktığı yeri beğenmedi.
Kocaman bir kaya zannetti kendini.
Rüzgârı unuttu.
Rüzgârın esme zamanı artık.
Gücü yetmez rüzgâra.
Dağılır karşısında...
Anladınız siz...
Ümitsiz olmayın
Ümit siz olun...