Doğdum, büyüdüm, yaşlandım yaşayan her canlı gibi benimde başımdan bir sürü şey geçti. Nasıl anlatmalı, nerden başlamalı ben de hayatımın bir döneminde büyük hatalar yaptım. Sadece kendime değil başkalarına da zarar verdim. Ben de hatasız insan olmaz safsatasının arkasına gizlendim. İnsanı kâmil yani olgunlaşan insanlar da elbette ki hata yaparak bu mertebeye geliyorlar ama hayatları boyunca hatasız insan olmaz safsatasının arkasına gizlenmiyorlar ve bunu başkalarına zarar vermeden yapıyorlar.
Yaptığım bu hatalardan biri de hakkımda yapılan dedikodulara kulak verme, bu adamları önemseme ve onlarla ağız dalaşına girmemdir çünkü böyle yaparak onların seviyesine indim. Bir başka şey de ikna edilmeyecek, ön yargılı, sevgisiz, cahil insanları iyiliklere, doğrulara ve güzelliklere yönelik ikna etmeye uğraşmamdır. Böyle boşuna yıllarım geçti. Hiçbir şey bilmez, her şeyi bilen bu insanlar sağlık konusunu mu konuşuyorsunuz hemen doktor olurlar, mesele hukuk mu karşınızda savcı ve hâkim gibi dururlar, çocuk yetiştirme mi bu konularda tez yazmış gibi olurlar. Hatalarımdan biri de önemsenmemesi gereken insanları önemsememdir. Hak etmedikleri sevgiyi saygıyı onlara gösterdiğim için çok pişmanım. Çünkü böyle yaparak başka insanlara zarar verdim ve çok sevdiğim dostlarımı incittim.
Bu insanlardan biriyle yıllar sonra bir köy düğününde karşılaştım. Aradan geçen 40 yıl bu adamı hiç değiştirmediği gibi daha da çok yozlaştırmış. İki saat boyunca bana yeni aldığı arabasını ve dairesini anlattı. Başkalarını kullanarak nasıl para kazandığını da anlattı. Benim durumumu öğrendikten sonra bir ara bana isteseydin sen de zenginleşebilirdin, sen zekânı başka şeyler için kullandın dedi. Ona zekâ kötü şeyler için verilmemiştir, insana zekâ insanlığın ortak mücadelesi için kullanılır dedim. Hem zeki olmanın bedeli vardır. Kafayı üşütmek, delirmek ve büyük acılar çekmek bunlardan birkaçıdır. Ona Nietzsche, Van Gogh, Einstaine gibi zekâlarının bedelini ödeyen büyük yaratıcıları anlattım ama nerdeee bir kulağından girdi öbür kulağından çıktı. Gerçekten zekâmı kullansaydım zengin biri olabilirdim. Sıradan zevksiz, kafası basmayan, hayal dünyası para ve çıkar ile dolu olan insanlar için hayat o kadar güzel ki. Zenginleşmek göreceli olmakla birlikte çok karmaşık bir hadisedir. Zenginleşirken diğer taraftan da çok önemli şeylerinizi kaybedebilirsiniz. Önünüze geçecek her türlü engeli aşmada insanlık minsanlık demeden her şeyi yakıp yıkarsınız.
Bir dönem bu sistem değişmeli diye birlikte hareket ettiğimiz bir sürü arkadaşımın çoğu gerçekten çok zenginleştiler. İyi semtlerde oturuyorlar hepsinin yazlıkları, kışlıkları var. O eski düşüncelerden şimdi nefret ediyorlar. Demokrasiyi de insan haklarını da unutmuşlar, egoları ve kibirleri demokrasiden de üstün insanlıktan da üstün. Ne yazık ki birçoğu da eşlerinden ayrılmışlar, hepsi de cahil ve görgüsüz. O gün düğünde birlikte doğup büyüdüğüm bu adamla bütün bu konuları konuştuk. Ona kendimce hayatı, hayata anlam kazandıran ölümden, hastalıklardan söz ettim. Başka insanlara faydalı olmasını, elindekilerini ihtiyacı olanlara paylaşmasını söyledim bakarız dedi. Çeşitli nedenlerden dolayı hastalandım İstanbul’da birçok hastanede yattım. Yanımda ağlayarak sızlayarak yaptıkları kötülüklerden pişmanlık duyarak ölen çok insan gördüm. İçlerinde varlıklı olanlar da vardı. Varlık ve zenginlik insanları ölümden, hastalıktan kurtarmıyor. Epey şey gördüm ama en çok şaşırdığım şey de cahillikleriyle övünenler olmuştur. Bu insanlar cahilliklerini asla sorun etmiyor ve utanmıyorlar, aksine haz duyuyorlar. İnsana ilginç geliyor ama bir gerçek var ki demokrasi kültürü ve eğitimin olmadığı yerlerde insanların cahillikleriyle övünmesi normal. Bu yüzden sanatla, edebiyatla ilgilenmek toplumun büyük bir kesiminde yanlış ve delilik gibi algılanıyor. Ana babalar çocuklarının sanatla felsefeyle falan ilgilenmelerini istemiyorlar. Maalesef ki yüzyıllık siyasi hayatımızda da ülkeyi idare edenler sanatı, edebiyatı, bilimi, ressamları, şairleri ve yazarları sakıncalı insanlar olarak bulmuşlar. Mahsuni şerif, Nazım Hikmet, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Ahmet Kay, Ahmet Arif, Mehmet Akif Ersoy bunlardan birkaçı. Doğup büyüdüğüm köyde ortaokul sıralarında öğretmenleri, köy muhtarını, köyün ileri gelenlerini işlerine engel olduğum için beni de sevmediler. Bu yüzden kimse kızını bile vermedi.
Cem Karaca’nın çok sevdiğim bir şarkısı var. Bu şarkıyı ben hep benim için söylediğini sanırım “arsız diye diye arsız ettiler, nursuz diye diye nursuz ettiler. Aç koydular beni, hırsız ettiler.” Aslında hayatım boyunca hiçbir zümreye ait biri olmadım. Hiçbir partinin üyesi de olmadım, bir partiye yakınlık duymadım. Ben sadece halkımı sevdim ve üzerinde yaşadığım bu coğrafyanın özgür ve bağımsız olması için mücadele verdim. Bu anlamda ölümü hiçe saymış biri olarak söylüyorum halkın her kesiminden dostlarım, arkadaşlarım var. Beni de hayata bağlayan mutlu eden zenginliğim budur.