İSA'NIN MİRASI

Tuncer Altunbulak

Korona günlerinin başlamasından bir hafta önceydi, üstü başı eskimiş yırtılmış hafif kamburlaşmış  orta yaşlı birisi sokakta yanıma yaklaşıp ben arkadaşınız İsa’nın arkadaşıyım, İsa çok hasta sizi görmek istiyor.  İsa dediğim evsiz barksız garip bir adam, yani benim arkadaşım trilyoner biri olacak değil ya…

İsa zengin biri değil ama iyi bir dosttur. Mezarıma gelip beni toprağa koyacak bir dosttur. Herkesin böyle dostları olması lazım… Duygusal ve düşünsel açıdan çok üzüldüğüm insanların büyük acılar ve sefaletler çekmeleridir, İsa bunlardan biri.

Açlığı yüzünden ağlayan çocuklar bu yüzden umutsuzluk içinde inleyen analar ve babalar. Dostoyevski bir romanında Rusya’da bir köylü çocuğunu köpekleriyle parçalatan bir adamdan söz eder. Bu hastalıklı  katil bir mahkemede yargılanmaz. Yazar çok ustalıklı bir dille anlatır. Bu korona gülerinde yedigğm her lokmada hastalıktan önce köşe başlarında dilenen dilencileri nefes alıp veremeyen veremlileri söz anlatamadığım sabit fikirlileri kendi huyunu ve aklını beğenen başkalarını kötüleyenleri düşündüm.  Neyse İsa’nın evine gittik, ev dediğim çalıdan çırpıdan yapılmış üstü eski kiremitlerle ve naylonlarla kapanmış bir baraka.

Ben oraya İsa’nın şatosu diyorum. İsa orayı çok seviyor, içinde iki eski sandalye bir büyük Osmanlı’dan kalma divan ve de anasından kalma bir sandık… İsa nere gitse bu anasının sandığını da götürmüş. Kırk yıl önce terk etmiş ailesini sebebinin biri babasının bir töre hastası olması, diğer sebebi sevgilisinin bir salyalı          tarafından tecavüz edilmesi… İsa o zaman on altı yaşındaymış, böyle kötü şeylerin yaşandığı bir ülkede yaşıyoruz maalesef. İsa hiç okumamış yani Aşık Veysel gibi hiç okumadan öğrenmiş hayatı.

Hani derler ya okumadan kimse hayatı öğrenemez, Veysel hiç okumamış ama hayatı üç beş üniversite okumuşlardan çok daha iyi biliyor. Anadolu bir kütüphane bizim ülkemizde böyle insanlar çoktur, böyle birini tanımıştım. Mustafa Paşa Camisi’nin önünde birisi birine bir ceket satıyor, bir başkası da yanlarında duruyor. Ceketi satan adama bu ceket cebi hiç para görmemiş birisinin dedi, nerden bildin dedim güldü  çünkü bu ceket benim dedi. Parasız kalmış satmış, İsa’nın evine bir türlü gidemedik. Neyseki sonunda gittik anasının sandığından bir paket çıkardı, bu senin dedi. Açtım baktım siyah uzun bir pardesü.  Ceplerine bakarken bir cebinde eski bir kağıda yazılmış bir şiir, o şiir işte hep param olsun diyordun aha oldu işte ne yapacaksın bakalım? Mutsuzluğunu mu giderecek? Acılarını mı dindirecek?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.