Kobane’de, tüm dünyanın gözü önünde yaşananlar, tam bir insanlık dramı. Bu dramın boyutu her geçen gün büyüyor ve yangının kıvılcımları ülkemize de yakıcılığını gösteriyor.
Günlerdir devam eden gösteriler, çatışmalar sonucu 35 yurttaşımızı yitirdik. Yüzlerce yurttaş yaralandı ve şehirler savaş alanına döndü.
Sonucunda ise yıllar sonra yeniden devletin baskıcı tutumuyla karşı karşıya kalındı. Ve, bölge kabul edilemez bir durum olan Olağanüstü Hal Uygulaması (OHAL) ile bir kez daha yüzyüze geldi.
Bu süreçte yaşananları kısaca özetlersek, şu başlıklarla karşılaşırız…
-Hükümet, Kobane halkı IŞİD tarafından yapılan saldırılar nedeniyle bir katliamla karşı karşıya iken, Türkiye ve dünya kamuoyundan yükselmeye başlayan yardım isteklerine sessiz kaldı.
-Çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığınmaya çalışan çoluk çocuk binlerce insan, ülkemize kabul edilişleri sırasındaki insani olmayan güvenlikçi tedbirler nedeniyle mağdur oldu.
-Yaralılar sınırda günlük politik gelişmelere göre bekletilebiliyor.
-Kentlerde yaşanan gösterilerin sonlandırılması için yaralılar pazarlık konusu yapılabiliyor.
-Bugüne kadar 10’un üzerinde yaralı zamanında müdahale edilemediği için kaybedilmiştir.
Hükümetin Suriye sorunu ve Kobane’ye ilişkin yaklaşımı, ülke içinde kamplaşmalara, toplumsal, sosyal, siyasi, etnik, kültürel, inançsal farklılıkların derinleşmesine yol açarken, ülke içindeki çatışmaların fitilini ateşlemiştir.
Hükümet, halkımızın hemen yanıbaşımızdaki akrabalarının IŞİD tarafından günlerdir abluka altına alınarak, her türlü insani gereksinimlerden yoksun kalışına, katledilişine karşı yükselen çığlığa sokaklara taşan milyonların tepkisine kulak vermek, duygusunu anlamak, sorunun çözümüne katkıda bulunmak yerine, şiddetle bastırmaya çalışmaktadır.
Bu durum, toplumda var olan yarılmaları, kırılganlıkları daha da büyüterek toplumsal barışa ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Günlerdir sokaklarda eli sopalı ve silahlı dolaşan, insanların üzerine ateş açarak onlarcasının ölümüne ve yaralanmasına yol açan, bu sivil görünümlü saldırılar karşısında hükümetin ortaya koyduğu tutum kabul edilemez.
Sonuç olarak,
Eşit, adil ve özgür biçimde bir arada yaşayabilecek demokratik bir ortamı oluşturmak, sağlık ve yaşam hakkının ayrımsız tüm yurttaşlarımız için güvence altına alınması hükümetin asli görevidir.
Ama, hükümet, asli görevlerini yerine getirmek yerine tehdit dolu sözcüklerle halkı sindirmenin gayreti içinde. ‘Cumhurun başı’ olmakla övünen ve siyasi kimliğini halen aktif tutan zat-ı muhterem de, bu konuda sonsuz destek sunuyor.
Görünen net tablo şu;
Ülkede bir kamplaşmanın tamamlanma sürecinde olduğu, her adımın bu kamplaşma gereği atıldığı, önceliğin insanlığa yardım değil kamplaşmada yandaş olanlara yardım olduğu çok net.
Buradan asla BARIŞ çıkmaz. Yaranın üzerine tuz basılıp belki kanama kısa süreli durdurulabilir. Ama, çözüm olmaz, süreç de tamamen ortadan kalkar.
Bu da, yaşanan insanlık dramının, evdeki hesabın çarşıya uymamasına neden oluşturduğunun kanıtıdır…