İnsan hak ve özgürlüklerinin pek çok alanda ihlal edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
10 Aralık İnsan Haklarını kutlamaktan çok mücadeleyi güçlendirme, hatırlatma günü olarak görmek gerekiyor.
Tarihte en büyük insan kıyımının yaşandığı yerler sadece savaş meydanları değildir.
Düşünen insanın olduğu her yerde hak ihlalleri yaşanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası biraraya gelebilen ülkeler önemli bir karara imza attı.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 66 yıl önce imzalanmıştı.
Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği temel insan hakları dört ana gündem maddesinden oluşmaktadır.
Bunların başında yaşam hakkı, barınma hakkı, sağlık ve eğitim hakkı, kültürel haklar.
Bu hakların her biri diğeriyle ölçülmeyecek kadar değerli ve önemlidir.
Çok uzaklara gitmemize gerek yok, içimizde ve etrafımızda bu hakların hepsinde ciddi sorunlar yaşandığına tanık olmaktayız.
Siyasal iktidar insanlara ‘haklarını’ kullandırma yerine kayırmacılığı ön plana çıkartarak kendi varlığını kalıcı hale getirme peşinde.
Bu hedeften sapma olursa ‘hak’ değil ‘haklama’ süreci devreye girer.
Bir başka önemli konu;
15 milyonun üzerinde insan diğer insanlardan toplanan vergilerle oluşan yardımlarla yaşamını sürdürüyor.
Ancak bu durum ‘sosyal devletin gereği’ değil.
‘Ben varsam yardımlar var, yoksam yok ona göre haa, al yardımı ver oyu’ şeklinde özetlenebilir.
En önemli konu ise toplumla mücadele yasaları yakında yürürlüğe girecek.
Bu konuda çok ciddi sıkıntılar gözüküyor.
Makul şüphe olayı pek çok insanın canını yakacak.
Dünya insan hakları gününü kutlarken bizde ise insan hakları biraz daha budanma peşinde.
Böyle bir günde bu yazıyı yazmak zor olduğunu biliyorum.
Bir çok insanın düşüncelerinden dolayı başına neler gelebileceğini tahmin etmek zor değil.
Geçmişte bunun bir çok örneği yaşandı.
Çok fazla acılar çekildi.
Umarım ben yanılmış olurum.
Bu ülkeyi yönetenlerin insan hakları karnesi çok iyi durumda değil...