Konuyu bir kez daha tekrarda yarar vardır: İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk ve Halide Edip arasında bir konuşma geçer. “Zafer kazanıldı. Artık bir kenara çekilir, dinlenirsiniz” diyen Adıvar’ın aldığı yanıt şudur: “Hayır. Bundan sonra birbirimizle didişeceğiz”. İşin esası Atatürk’ün bu yanıtında düğümlenmektedir.
Halide Edip yani Sultanahmet mitinginin o parlak yıldızı, yaşamsal çelişkilerle doludur. Söylevinden hemen sonra Amerikan mandacısı sonra ulusal mücadelede cephede onbaşıdır. Cumhuriyet ilanıyla beraber Türkiye’yi terk ederek Britanya sömürgelerinde öğretim üyesi olacaktır. Devrimle uyuşamayan “Sinekli bakkal” yazarı, İngilizlerle uyuşabilmiştir.1950’de de DP milletvekilidir.
Lozan’dan dönen İnönü’yü karşılamamak için Başbakanlıktan istifa eden Rauf Orbay; “Padişahın nimetini yediğinden” konu açmaktadır. Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy, 1926 İzmir suikast sanıklığından zor kurtulmuşlardır. Refet Bele, İstanbul’daki son Halife’ye saygılarını sunmakla meşguldür. Bu isimler ulusal mücadelenin askeri safhasında önemli uğraşlar verirlerken, ilerisinde niçin başka yerlerde konum almışlardır? Çünkü Cumhuriyet ve devrim düşüncesine yabancıdırlar. Ulusal egemenliği yüzyıllarca el koymuş hanedan-hilafet sistemine yakındırlar.
Atatürk’ün Başbakanlığını yapmış Bayar’ın 1950 sonrası tavrı, Atatürk-İnönü dönemlerini kapsayan “27 yıl bu ülkede çivi bile çakılmadı” noktasındadır. Bayar; yeraltı ve yer üstü kaynaklarını ecnebi elinden alarak devletleştiren, demiryolları döşeyen, kağıt, çay, ağır sanayi, deri, tuz, tekstil başta olmak üzere KİT’leri kuran gerçeği yok saymaktadır. İktisat Bakanı olarak yer aldığı işleri de inkâr etmektedir. İnönü’ye “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” sanını 26 Aralık 1938 tarihli CHP Kurultayında öneren Başbakan Bayar ve metni okuyan divan üyesi de Menderes’tir. Gün gelecek, DP’nin bu iki önderi; “ Halka mal olmamış devrim safhaları vardır” veya “İstenirse Hilafet bile geri getirilebilir ” sözleriyle devrimi inkâr sloganları savuracaklardır.
16 Kasım1938 tarihli ‘Cumhuriyet’ gazetesinde yazısı yayımlanan Necip Fazıl, Atatürk’ün vefat töreninden konu açarak: “Osmanlı İmparatorluğunun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir uğurlanışa hedef olabilmiş hükümdar yoktur ” dedikten sonra övgüler yağdırmaktadır. Ama Kısakürek, zamanla: “Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp” da diyebilecektir. 1960 öncesi Başbakanlık örtülü ödeneğinde adı geçenlerden biri de olacaktır.
Önce ; “ Ak saçlarında parıltılar seyrettikten” sonra 100 şiir içeren ‘İnönü hicivleri’ kitabı çıkaran şair Orhan Seyfi örtülü ödeneğin apaçık içindedir. “Akbaba” dergisinin DP karşıtı çizgisini bırakan mizahçı sahibi Yusuf Ziya’nın örtülü ödenek dilekçeleri unutulabilir mi? İlkin sol siyasette yer alıp sonra ödenekle yön değiştiren Peyami Safa veya hatip Hamdullah Suphi, şair Yahya Kemal gibiler saymakla bitirilemez. Tamamı, 27 yıllık sürecin eleştirmenleri kesilmişlerdir.
İnkârların başını Kurtuluş savaşı zaferlerini küçümsemek ve neredeyse yok saymak çeker. Uşak’ta esir düştükten sonra Atina’ya salıverilen General Trikopis her yıl TC Büyükelçiliğinde saygılı sayfalar kaleme almıştır. Ama “İnönü, Sakarya, Dumlupınar” zaferleriyle, Mudanya ve Lozan’da atılan imzaları görmek istemeyen günümüzün Sevr yandaşları, Yunanlı komutanın düzeyine bile ulaşamamışlardır. “Jenosit” deyimini onaylamayan AİHM kararına karşın: “Ermenileri katlettik” diyenler, “Yunanlılara zulmettik ” saptırmasını öne sürenler, gerçekleri toptan inkâr edenlerdir.
Anadolu İhtilâli, antiemperyalist başkaldırıdır. Cumhuriyet ve devrim için, halkçı-devletçi bir sosyal gelecek adına, ulusalcı ve laik amaçlar uğruna bir ‘kutsal isyan’ dır.