Şuan çok katlı bir binanın en üst katındayım önümdeki ana caddeyi izliyorum. Ana cadde arabalarla dolu, karşılıklı kaldırımlar insan seli, bir yana gidenler, ters yönden gelenler. Yani şehrin karmaşası gözümün önünde. Gebze birçok bakımdan çökmüş olmuş olsa da insan çeşitliliği ve renkliliği bakımından Türkiye’nin en önemli ilçesidir. Elbette bu şehrin tamamı bu gördüklerim değil. Bu şehrin bir de şu an hasta yatağında yatanları, ölenleri, şu an evlenenleri, ayrılanları, sevişenleri ve doğuranları var. İlginç bir olay görebilir miyim diye caddeyi dikkatle izliyorum. Karşı kaldırımda hızlı hızlı yürüyen bu yüzden de insanlara çarpan, bunun da hiç farkında olmayan biri ilişti gözüme. Sizce bu kadının ne derdi vardır? Eşinden mi ayrılmıştır yoksa ağır bir hastası mı vardır? Birileri onu taciz mi etti acaba, bu ülkede kadın olmak çok zor. Gebze’de Türkiye’nin her yerinden insan var. Hepimiz bu şehre daha özgür yaşamak için geldik, olduk mu derseniz olamadık tabi. Yeryüzünde bedeli ödenmemiş hiçbir hak yoktur. Bu yüzden özgürlük hep varlıklı olanların ve de yönetenlere ait kaldı. Şimdi de her insanın zaman zaman, artık insan olacağım. Bundan sonra yapmayacağım ve nefsime hakim olacağım, demişliği vardır. İşte nefsine hakim olamadığı için büyük bir perişanlık yaşayan bir adamın hayat öyküsü bu. Adam nefsine sahip olma kararı almış, az yemiş, az içmiş az uyumuş. Her şeyin azını yapmış. Kendisini hayır işlerine vermiş. Bir gün bir çay bahçesinde otururken yanına mini etekli bir kadın oturmuş ve bu kadın hakkında kötü düşünmüş. Bu yüzden çok kötü olmuş, kendini sorgulamaya başlamış. Sevgili okurlar, bu öykü sayfalar doldurur ama bu tür işlerin ilacı eğitimdir. Yine de bu adamın aldığı bu karara saygı duyuyorum. Biz insanlar birbirimiz hakkında çok az şey biliyoruz ama çok şeyler bildiğimizi sanıyoruz. Güvensizlik yüzünden birbirimize kendimizi anlatmıyoruz. İnsanların kendilerini iyi tanıması, olgunlaşması, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırmanın yolu eğitimden geçiyor. Anlamayı ve dinlemeyi bilmek, bilmekten daha önemlidir. Ben bildikçe hiçbir şey bilmediğimi anladım. Çünkü kendimi anlamaya ve dinlemeye değil, yargılamaya, ön yargıya ve eleştirmeye kodlamıştım. İşte çoğumuz bu ön yargılarla büyüyor, yaşlanıyor ve bunlarla ölüyoruz. Oysa hayat değişiyor ve ön yargılı bu yaşamın karşılığı yok hayatın içinde. Hani hep özgürlük özgürlük istiyoruz ya ve buna da sahip olamıyoruz ya işte bunun asıl sebebi eğitimsiz oluşumuzdur. Eğitimsiz hiçbir toplum özgürlüklere sahip olamaz ve kapitalistler de istedikleri gibi o halkları yönetirler. İnsanlar eşit yurttaşlar ve de özgür doğarlar ama bu durum böyle sürmez çünkü sermaye sınıfı ve yönetenler bu duruma hemen müdahale ederler. İşte burada halkın sanatçıları araya girer ve halka önderlik ederler. Sanatçılar halkın duygularını, coşkusunu, heyecanını ve yaratıcılığını çağdan çağa taşırlar. Kadıköy Moda’da bir tiyatrocuyla tanışmıştım, seksen yaşında vardı. Elindeki bir gazetede bir kadının resmine bakıyordu. Bana, “Bunlar da kendilerini sanatçı sanıyorlar. En zor sanat tiyatrodur. Bugün bu işi yeteneksiz sıradan insanlar yapıyorlar. Tiyatro ve sanat entelektüellik ister.” demişti. Hem güzel hem de zeki bir kadındı. Ayrılırken sen bu teyzeni gençliğinde görecektin. Benim yürüdüğüm bu caddede eskiden insan zenginliği olurdu, sizin için mi dedim gülerek evet dedi.