İKİ KİŞİLİK İRADE…

     Türkiye yeni bir seçim sürecindedir. Ulusal irade, Cumhurbaşkanını belirleyecektir. Şimdi dikkat çekici husus şudur ki, ulusal egemenlik erkinin sahibi halk, seçimde hangi ölçütü ilke sayacaktır? Adaylıkta adı geçenler: “Biz iki kişi oturur konuyu çözeriz” demektedirler. Tamamlayıcı sözleri de herhalde şöyle olacaktır: “Sizler de oy verecek kitle olursunuz”.

     Antidemokratik davranışları sergileyen hükümet başkanıyla, onun her icraatını yasalaştırmak için onaylayan taraflı bir makam arasındaki paylaşım, ülkeye nasıl bir yarar sağlayacaktır? Halkımız böylesine buyurgan bir yaklaşımı sindirecek midir? Yoksa Cumhuriyet ve devrimi öngörenlere özgü kıstaslarla mı irade beyanında bulunacaktır?

     Ulusal egemenlik erkinin sahibi olan halkımız, neden bu kadar hafife alındığını düşünmelidir. Kusuru da kendine bakarak aramalıdır. Oysaki Cumhuriyetin kurucusu ders alınacak bir tanımlama yapmaktadır: “Bu devletin ve ulusun başında hiçbir kuvvet ve hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da ulusal egemenliktir”. Ulusal egemenlik, ulusun bireylerinden ötede genel irade, ayrı bir kişiliktir”.

    Ulusal egemenlik adına yürütme erkinin paylaşımına ‘karar vereceklerini’ apaçık beyan edenler, yıllarca işbaşında kalmışlardır. Hukukun üstünlüğünden tutunuz da demokratik yöntemler ve ulusal duyarlılıklar, bu paydaşlarca ret ve inkâr edilmiş değil midir? Boş inanç ve safsatalar eşliğinde ulusa hükmetmeye çalışanlar, hangi zihniyetten çıkarak sivrilmişlerdir?

   Temel hak ve özgürlükleri baskılarla silmeye çalışan, gücünü biber gazı ve tazyikli sudan alan yönetim anlayışı ortadadır. Yürütme erkini yasama ve yargı üzerine oturtan hoyrat ve sıra dışı siyaset yapıcıları iş başındadır. Özgürlükçü gençlerin yürekler sızlatan akıbetlerinden acı duymayanlar, kol gezmektedir. Maddi şaibe savları ayyuka çıkmıştır.

   Bilgisizlik ve bağnazca koşullanmanın kulaç attığı bir ülkedeyiz.  “Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğu” ilkesi birtakım siyasal iktidarlarca 1950 sonrası terk edilmiştir. Çünkü akıl ve bilimselliği çıkış saymayan halk kitleleri oluşturmak,  zorunluluklarıdır. Sorgulayan, araştıran ve inceleyen gerçekçilikten yana olamazlar. Gelenekleri budur. Bu gelenekten de böylesi paylaşım hesapları çıkar.    

     Cumhuriyet değerlerini özümseyen bir halk, demokratik devrimci dayanak olan ulusal egemenlik erkini “ülkesel namus” olarak görmelidir. Eğer seçim yoluyla beliren ulusal irade, ulusal egemenliğin önemini bilinçle taşıyorsa ideal demokrasi budur. Yoksa; bağnaz, teokratik ve feodal dürtülerle etki altına alınmış, çağcıl kültürden yoksun yığınların” irade beyanları sağlıklı olamaz. Böyle bir ülkede ulusal egemenliğe ait erk ve hak, sonunda bir-kaç kişinin elinde kaybolur gider. Yaklaşan tehlike buradadır.