Kitaplardan öğrendiklerimin daha çoğunu insanlardan öğreniyorum. Şairin dediği gibi: “kitap okumadım insan okudum” diyor. Yine de hem kitap hem de insan okumalıyız. Dün bir arkadaşım bir soru sordu bilirsen yemekler benden dedi. Kokusu güzel olan üç şey söyle dedi. Biri kadın biri kitap dedim, durdum üçüncü kokuyu bilemedim o da ekmek kokusuymuş. Adam bunu söyleyince ben bunu biliyordum dedim. Haklı olarak söyleseydin dedi, ekmek kokusu kokuları en güzeli, en mübareği ve en çarpıcısıdır. Hele birde açsanız ruhunuzu öyle bir sarar ki bir de fırından yeni çıkmışsa, sıcaksa. Yemek davetini kaybettim ama kokuların en güzelini olan ekmek kokusunu da arkadaşımdan öğrendim.
Ben kendi kusurlarımı görmeyi, kendimle yüzleşmeyi, her şeyi açık açık konuşmayı Dostoyevski’den öğrendim. Sevgili dostlar şimdi size anlatmaya çalışacağım öyküyü Kadıköy’den Gebze’ye gelirken Harem minibüslerinin birinde yaşlı bir adamın torununa anlatmasından öğrendim. Yaşlı adam torununa bir dönemin önemli bir dahi ve delisin olan devlet başkanı Harun REŞİT’in kardeşi Belül DANA’yı anlatıyordu. Bir söylentiye göre Behlül kardeşi Harun REŞİT yüzünden gülmeyi unutmuştur. Dünyanın en güzel en adaletli ve en zeki adamlarından biride Behlül DANA’dır. Benim için böyledir.
Zamanın geleneksel kurallarına ve kanunlarına karşı çıktığı en başta kardeşini, adaletsizlik ve haksızlık yapanları eleştirdiği için adı deliye çıkmıştır: böyle devrimci bir insandır. Bir hac mevsimi dönemi kardeşi Behlül’ü de hacca gönderir. Hac yolcuları bir derenin kenarından geçerken Behlül deredeki balıkları görür ve develerinin yüklerindeki bütün ekmekler balıklar yesin diye dereye döker. Yanındakilerinin şaşkın bakışları karşısında balık bilmese haluk bilir der. Söylediği bu anlamlı sözü bugün hala söyleriz. Behlül’ün adı deliye çıkmıştır ama Behlül o dönemin en akıllı insanıdır. Dönemin diyojeni diyebiliriz. Aradan asırlar geçmesine rağmen Behlül hala dünya insanlarının gönlünde yaşamaktadır. Bugün Harun REŞİT değil Behlül yaşamaktadır. Dönemin valilerinden birinin kızı olurmuş bir oğlum olsun diye hep ağlar sızlar gamlanırmış. Valinin bu haline çok üzülür bir gün kapısını çalar. Vali Behlül’ü hiç kimseye yapmadığı bir biçimde ağırlar, konuşur, sohbet ederler. Behlül ayrılacağı sıra “Sayın valim duydum ki bir erkek çocuğu istiyormuşsunuz. Günün birinde benim gibi deli bir oğlun olursa ne edersin, gamlanıp kederlenme. Kızlar daha güzeldirler yaşlandığımız zaman kızlar oğlanlardan çok daha iyi bakarlar.” Der. Valinin bir daha da ahı amanı duyulmaz olur. Nietzsche’ye hayatının son yıllarında kız kardeşi bakmış ve huzur içinde ölmesini kolaylaştırmıştır. Çoğumuz yaşladığımız zaman elden ayaktan güçten düştükten sonra annemizin, kardeşimizin, kızımızın ve eşimizin bakımına ihtiyaç kalırız. Bu insanlar arzularını çektiğimiz oğullarımızdan daha iyilerdir. Hiç kimse istediği ve düşündüğü gibi ölmüyor. Akşam sapa sağlam yatıp sabaha ölmek isterim. Ya ama olmaz ölüm kendi kanunlarını uygular. İnsanın elinden gelmeyen en önemli olgulardan biri de ölebileceklerine karar verememeleridir.