AKP’nin, Suriye, Ortadoğu ve nihayet Güneydoğu politikaları ve çözüm sürecinden vazgeçişi sonucu ortaya çıkan tablo dehşet verici sonuçlar taşımaya devam ediyor.
Bu tablonun, toplumsal barışı dinamitlemesinin karşısında duran, kardeşçe bir arada yaşamı savunan kişi, kurum ve kuruluş sayısı da gün geçtikçe artıyor. Ama, bu karşı duruşu içine sindiremeyen AKP zihniyeti, tamamına resmi kolluk kuvvetleri marifetiyle saldırıyor.
Hukukçulara bile…
Geçtiğimiz günlerden birinde Birleşik Haziran Hareketi Hukukçuları, Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Halkevleri Hukuk Dairesi savaşa ve katliamlara dur demek için bugün Taksim Tünel’de bir araya geldi.
Galatasaray Meydanı’na yürüyüş düzenleyip, basın açıklaması yapacak olan hukukçular, orada konuşlanmış olan çevik kuvvet ekiplerince abluka altına aldı.
Oysa, hukukçular "Savaşa, katliamlara ve diktatörlüğe karşı barış için yürüyoruz” başlığıyla düzenlenen eylemde, bölgede yaşanan soruna bir kez daha dikkat çekip, hukukun sınırları içinde insan haklarına ve toplumsal barışa bir kez daha dikkat çekip, hukuksuz operasyonların bir an önce sonlandırılması talebini dile getirecekti.
TOMA’ların gölgesinde yapılan açıklamada, “Türkiye Barolar Birliği ne yaptığının farkında olmalıdır’’ ifadesiyle yapılan göndermenin ardından, şu görüşler öne çıkartıldı:
‘’Bizler faşizme diz çökmeyeceğiz. Halklarımıza verdiğimiz sözü tutmaya devam edeceğiz. İstanbul Valiliği, hukukçuların katliama karşı yürüyüşüne izin vermiyor. İstanbul Valiliği duysun ki, burada copla gazla geri çekilecek avukatlar yok. Soma, Ermenek, Torunlar’da katledilen işçilere avukatlarımız nasıl sahip çıktıysa, Güneydoğu ve Kürdistan başta olmak üzere Kürt halkını ve ezilen halkları yalnız bırakmayacak ve mücadeleden vazgeçilmeyecek. Engelledikleri dergi kapağı yüzbinlere ulaştı. Yürüyüş durmaz, kavgamız sürecek.”
Bu sözlerde, kabul edilemez ya da güvenlik güçlerinin saldırgan yüzünü göstermesine gerekçe oluşturan ne var dersiniz ?
Bence hiçbir şey yok, olan, sadece karşı duruşun kitleselleşmesini engellemektir. Savaşı durdurmakta kararlılık sergileyenleri azaltmak ve çağrılarını önemsizleştirip, çağrı sahiplerini de itibarsızlaştırmak başka önemli gerekçelerdir.
Cizre’den dönen bir avukatın şu ifadeleri insanın kanını donduran cinstendir.
Diyordu ki;
"Gördüğümüz şey, askerin ve polisin insanları evlerine hapsederek katletmesi, özellikle kafasını camdan uzatan herkesin (buna güvercinler dahil), devletin daha önce kullanmadığı silahlarla teker teker tarandığıydı. Su şebekeleri patlatılmış, evlerdeki su depoları patlatılmış durumdaydı. Abluka kalktı ama hala kendini yönetmek isteyen halk ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Emniyet mensuplarının, (gelsin HDP’li başkanlarınız sizleri kurtarsın Ermeni piçleri) sözleriyle halka zulmettiğini gördük. Ancak bilsinler ki, Cizre halkı direnişleriyle anılacak."
İşte, bu gerçeklerin dillendirilmesinden duyulan rahatsızlık bölgenin dışına taşmış, başka insanların da bunlara birinci ağızdan bilgilenerek tanık olması engellenmek istenmiştir.
Saldırganlığın nedeni budur. Savaş halinin devam ettirilmesi istemidir.
Yağma yok, bu savaşı durdurmalıyız, durduracağız…