"Misk olur dimahinda kalır
Billur olur yudum olur deli çağı
Âlemi cihan bilir iliklemez düğmesini
Şu kara oğlan cuheda cahil olur dinlemez
Gençlik bir gün terk-i diyar eder canı
Meyletme ruhsuza, billurun dimahın da yatan çarkı döngü bir gün onun da kınını tutar yaş üzerine yaş olur bendsiz çağlayancanı .."
Güneşi aynı Ay'ı aynı Suyu aynı Yangısı aynı teneffüs ettiğimiz havası aynı ancak bir çarkı döngüsünün acziyetini kabullenmekten son derece beyhude kaldık şu geçmez dediğimiz günlerde. Merhabanın merhaba olmadığı, yaş almışlığın ağır dağın da olmanın cengizliğini bilemiyor olmanın verdiği pervasızlık perdesini sahi ne zaman çekeceğiz ? Suali meşru cevabı meşru olmuş zihin çarkından ne zaman esirliğin eşiğinden dönecek şafak vakitleriniz. Adı selâm olan bir sesin sahipsizliğin de yatan samimiyetsizliği ne zaman silip atacağız. Kendi halindeliğin verdiği lüksün de ve kendi halindeliğin verdiği alâ lüksün de esasen aynı olduğunu fakat yaşam denen kavgada şartı da sınırı da kendimizin oluşturduğunu kabullendiğimiz de belki yeşerecek şu ümitakın bağları. Çaylaklığın da ustalığın da mutfağı aynı olan ve aynı mutfaktan çıkan ekmeğin kokusundaki emeği solumalı ilk önce. Bazı zaman yüklemi öznesine, bazı zamansa öznesi yüklemine ters olacak elbet bilirim. Yoksa başka türlü dönmez bu fevaran evrenin çarkı.
Bir boomerang gibi atılan adımların dönüşü olur kalır yarın denen günün yazgısı, işte hayat tam da burada kırar kalemi ve haydi der, " Yaz bakalım kaderi, ilmek ilmek ananın ördüğü vefa kokan emek kokan kazağın ilmeğindeki hayat ağacı gibi." Kimi göz ucuyla bakarken kendi karakterindeki renkten mütevellit bir anlamda değerlendirdiğini sanırken iskitin bulduğu üzengiyi, kimi ise üzenginin üzerinde olan atı şaha kaldırmanın gayesiyle ömür dediğin yolda harcar şu kara mert gençliğini. Karanın manasının gözü karalıktan çalışkanlıktan geldiğini unutmamalı şu bendi gençliğim ve bir de sonunu bilmediğim bu yaşam onurundan geçtiğim ve geçmeye devam ettiğim yollarımın her kahrını alır başıma bir taç bilirim..