İlk iki kitabına göre daha politik bir seslenişi vardır üçüncü kitabı ‘’Aynı Göğün Ezgisi’’nde Yılmaz Odabaşı’nın… Ölümler vardır artık. Sirenler, gece devriyeleri ve 1980 darbesinin izleri. Şair bir çağrıyla sürdürür direnişini ‘’ayrılmayalım / çünkü kendimizden başka sığınacak sokağımız yok gibi!’’
Kendinden yola çıkarak yaşama, yaşamın sert duvarlarına çarparak yalnızlığa uzanan bir ezgidir onun şiiri. O yaşadığı coğrafyayı şiire çeviren bir serüvenci…
1990-1992 yılları arasında yazdığı ve ‘’Her Ömür Kendi Gençliğinden Vurulur’’ adını verdiği kitabında ‘’aşk dinmemiştir’’ fakat ana imgesi yalnızlıktır şairin. Çünkü ‘’Kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını. Bin yumruğun tek olup göğe doğrulduğu günlerde, akşam dönerken evine poşetin kadarsın.’’ Çünkü bütün gitmeler yalnızlıktır kalmalara göre… Ve herkes kendine göre biraz yalnızdır.
‘’Yaban / Ve / Asi / Dağlara yayılan taylar gibi / Ve yangın / Gençliğinin alazından ışıltılı bıçaklar gibi / Adana’da yollara dizilmiş garlarla / Çığlık çığlığa peronlarda / Çocuklar gibiydi gözleri / Adı nevin / Şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin’’
1993-94 yılında yazdığı şiirlerini ‘’Cehennem Bileti’’ kitabında yan yana getirir. Ve ‘’Bir Nehrin Tükenişi’’ şiirinde anlaşılamamayı şu mısrayla seslendirir; ‘’Ne Diyarbakır anladı beni nede sen / Oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen…’’ Çok sevmek fakat anlaşılamamak, en büyük keder olsa gerek. Bu güzel şiiri ülkesini ve halkını çok seven fakat çok geç anlaşılan Ahmet Kaya 1998 yılında besteleyecek, eşi Gülten Akın ise 2001 yılında, yani Ahmet’in ölümünden sonra yayımlanan "Hoşçakalın Gözüm" albümünde sevenleriyle buluşturacaktır. Şiirin, şairin ve ses sanatçısının bu güzel birleşimi muhteşem bir ezgiye dönüşecektir.
Sevince ölesiye sevilir, kalınırdı, / gidince kırılmış bir dal gibi gidilirdi. / Sonra şehirler uyur, kalbim örselenirdi. (…) Gidince, upuzun, kırılmış dallar gibi, / Üşürdü ömrümüz saçaklarda kuşlar gibi. / Kederden… / Kederden geberten hasret ezberlendi…
Aynı kitapta anlaşılamamanın bir başka sesi şöyle çarpar kulaklara:
‘’Neredesin / Beni anlamazsan duyulmaz sesim. / Daha bizi soracak olursan / burada her şey hiç bilmediğin gibi. / daha beni soracak olursan: / meçhul bir cinayetim şimdi!’’