Not defterimi karıştırırken rastladım , ölü arı diye bir not düşmüşüm hemen hatırladım kargalı köyüne bir arkadaşı ziyarete gitmiştim , arıcıdır arkadaş kovanların önünde oturuyorduk. Önümüzde bir karınca sürüsü içlerinden dört tanesi ölmüş bir arıyı büyük mücadele vererek sürükleyerek götürüyorlardı. Bir süre onları izledik ,bir süre önce büyük heves içinde durmadan , dinlenmeden insanlar beslensin diye bal yapıyordu. İnsanlar çok fenadır , arılara bir bardak şekerli su verir onların bin bir zorluklarla yaptıkları balları sömürerek yerler. Bunu hiç önemsemezler geri kalmış ülkeleri Emperyalistler insanların arıları sömürdüğü gibi sömürürler…Boşuna dememişler ‘insan insanın kurdudur.’ Diye…Böylesi durumlarda kendime dönerim hep , öldüğüm zaman o arıyı götüren karıncalar gibi insanlar da beni götürüp toprağa verecekler. Cenaze törenleri çok muhteşemdir , insan oğlunun en güzel buluşudur. Aşık Veysel boşuna dememiş ‘Benim sadık yârim,kara topraktır.’ Diye.
İnsan yalnız doğuyor ,yalnız büyüyor ,yalnız ölüyor ve toprağa veriliyor. Girdiği toprak parçası doğmadan önce beslendiği dokuz ay istirahat ettiği anasının karnı gibi karanlık bir yer. İnsan , doğa , ölüm, canlıların var olması birbirleriyle ilişkileri birbirlerini sevmeleri ve ölmeleri depremler, denizlerin koparması , yıldırımlar bütün bunlar beni delirtiyorlar. Bir gün doğanın insan oğlunun tüm yaptıklarını yerle bir edeceğini düşünüyorum. Doğayı kirletenler bir gün doğa tarafından darmadağın edilecektir. Gördüğümüz ve algıladığımız her şey dağınıktır, akıp geçicidir. Doğa hep aynıdır görüntüsünü bizler farklı görürüz. Sanatçıların yaptığı insanın değişik gördüğü görüntülere güzellik vermelidir. İşte hayal dediğimiz şey böylesine düşündürücüdür. İnsan oğlu doğal yaşam olarak bilinen bütün güzellikleri yok ediyor. Ülkemde yaşarım bu gün ki bu koşma keşlik birkaç yıl daha böyle devam ederse doğaya sığınmayı düşünüyorum. Ya bir ormana yada bir mağaraya sığınacağım. Böyle yaparak kendimi hem dünya nimetlerinden hem insana uygun olmayan hükümet politikalarından , hem de gelecek kaygısından kurtulacağım. Münzevi bir hayat yaşayarak yorulmuş ruhumu yaralanmış acıları içindeki kalbimi huzursuzluğu düşmüş vicdanımı terapi yaparak dinlendireceğim belki de bu hayatla ilgili bir kitap da yazarım bu kararı olmayı on beş yıldır düşünüyorum ama son zamanlarda Türkiye’de yaşananlar öyle çok bunaltı ki… güne öyle sorunlarla giriyoruz ki hangisini dert edeceğimizi çözmeye çalışacağımızı şaşırıyoruz. Beni en çok üzen bu da değil beni öldüren ve delirten bu kadar sorun varken ülkemizde halkın yarısından fazlasının hiç sorunu yokmuş gibi duyarsız, duygusuz , ilgisiz olmasındandır…Hayata karşı başarılı olamadım para , pul ve servet sahibi olmayı hiç düşünmedim. Böyle şeyler aklımdan bile geçmedi… Haksıza , adaletsize göz kırpmadım önlerine eğilmedim , karşı çıktım bununda pratik hayatta gösterdim.
Benim için saygı değer insan ilim irfan sahibi olan insandır. İlim irfan sahibi bir hamal bir çöpçü , bir köylü parsı pulu olan birinden çok daha değerlidir. Bütün derdim öz saygımı ve haysiyetimi yitirmeden yaşamak… Hayat arz ve telaş meselesidir yaşamak istediklerimizi hayatın içinden biz seçeriz özgürlük içinde yaşamayı seçerler böyle seçmişlerdir. Bu seçme arzusu toplum içinde geçerlidir özgürlük içinde geçerlidir özgürlük içinde yaşamayı seçerler ,böyle seçermişler. Özgürlük içinde yaşamayı seçerler başkalarının özgürlüklerine ne de saygı göstermeleri gerekir. Ülkemizde yaşayan kötülüklerin sebebi bu ülkede yaşayan insanların seçimlerinden kaynaklanmaktadır. Ben ne bir bir filazofum ne soylu bir burjuva ne de sosyal bilimci , ben açlık sınırının altında yaşama tutunmaya çalışan bir işçi emeklisiyim. Kendimi iyi tanıyan biriyim insanları da az buçuk tanırım… Bu insanların sayesinde pek çok kötü huylarımdan arındım, bana paylaşmayı, bölüşmeyi , sevmeyi el ve gönül vermeyi bu insanlar öğrettiler. Bunlardan birisi hayat öğretmenim bildiğim yakın bir zaman önce ölen öğretmen Cengiz Badem’dir. Işıklar içinde yatsın kabrinde yoksulluğun acının insanların kötülüğünün en dibini gördüm.