Bugün, yaşı 20’nin altında olanlar pek anımsamaz. Belki büyüklerinden duymuşlardır yaşananları, belki de anma törenlerinin hamaset havasından etkilenmişlerdir.
Ama, 17 Ağustos 1999 tarihindeki Marmara depreminde ve sonrasında yaşananları gözlemleme şansı olanlar, pek bir şeyin değişmediğinin canlı tanığıdır. O yüzden, başlığı böyle uygun gördüm;
Bu düşüncemi,
İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO), 17 Ağustos depreminin yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada kullanılan "Deprem hala ülkemizin en büyük sorunudur" başlığı da pekiştiriyor, ne yazık ki…
İMO’nun açıklamasında, AKP'nin kentleşme ve doğal afet alanındaki uygulamaları sert bir dille eleştiriliyor.
Deprem önlemlerini alma, toplumu depreme karşı bilinçlendirme, yapılaşmayı deprem tehlikesini gözeterek düzenleme, ilgili mevzuatı deprem gerçeğine göre yeniden ele almak önce siyasi iktidarın, daha sonra onun organizasyonuyla yerel yönetimlerin işidir.
Ama, görünen o ki, bu konularda, sorunun birinci derecede muhatabı olan siyasi iktidarın yaklaşımı hem yanlış, hem yetersiz.
O yüzden, olası bir depremde halen ne yapacağını pek bilemeyen toplumun, geleceğe güvenle hazırlanmadığını düşünüyorum.
Bu konudaki en önemli veri de, 17 Ağustos depreminin ardından 12 yıl sonra yaşanan Van Depremi'nin de yıkıcı etkiler yaratmasıdır. AKP hükümetlerinin, depreme ilişkin hiçbir önlem almadığının açık göstergesidir bu durum.
Kaçak yapılaşma,
Sağlıksız kentleşme,
Mühendislik hizmeti almadan yapı üretimi,
Yapı denetim sisteminin taşıdığı eksiklik ve zaaflar ne yazık ki sürdürülüyor.
Ülkemiz, sadece depreme değil her türlü doğal afete karşı korumasızdır. Mevcut olumsuzluklar, doğa olaylarını doğal afete dönüştürüyor. Doğal afetler de, geleceğe dönük kaygıları çoğaltıyor.
İşte, bu yüzden deprem halen ülkemizin en büyük sorunudur.
Düşünün;
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 16 yıl geçti. O gün yaşanan 7,4 şiddetindeki depremde binlerce insan yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı, ülke ekonomisi kısa zamanda telafi edilmesi mümkün olmayacak derecede etkilendi. Bilançonun yol açtığı acı depremin toplumsal travma haline gelmesine neden olmakla kalmadı, başta yapı üretim süreci, mevcut yapılar, kentleşme politikası, afet sonrası önlemler, mevzuat olmak üzere yetersizliğimizi, hatalarımızı gün yüzüne çıkardı. Görmezden gelinen, yok sayılan sorunlar dramatik bir olayla varlığını hissettirdi. Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin yok sayılmasının bedeli kelimenin gerçek anlamıyla ağır oldu.
Deprem sonrası süreç, bütün bir ülkenin depreme göre yeniden düzenlenmesi noktasında toplumsal konsensüsün oluşmasına tanıklık etti. Konsensüs, "artık hiçbir şeyin eskisi" gibi olmayacağı temennisinde ifadesini buldu. Ancak 12 yıl sonra meydana gelen Van depremi, ne yazık ki, aradan geçen onca zamana ve verilen sözlere rağmen, "bir arpa boyu mesafe alınamadığını" gösterdi. Kaçak yapılaşmanın, sağlıksız kentleşmenin, mühendislik hizmeti almadan yapı üretiminin, yapı denetim sisteminin taşıdığı eksiklik ve zaafların varlığını sürdürdüğü, sadece depreme değil her türlü doğal afete karşı korumasız olunduğu, mevcut olumsuzlukların doğa olaylarını doğal afete dönüştürdüğü, doğal afetlerin geleceğe dönük kaygıları çoğalttığını açığa çıkardı.