Ölenin arkasından kötü konuşmak ve düşüncelerini kötü sözlerle yazıya dökmek geleneklerimize ters düşer.
Ama, aktör Tarık Akan’ın ölümünün ardından gördük ki, hem muhafazakar hem de sıkı gelenekçi olan havuz medyası kalemşörleri, küfüre varan hakaret içerikli yazılar yazıp, sosyal medyada ‘’Ölüye linç’’ kampanyası başlattı.
Ben, bugün Refik Baydur için düşüncelerimi paylaşacağım ama havuz medyası kalemşörleri gibi yapmayacağım…
Çünkü, Refik Baydur ile sağlığında da hiç aynı şeyleri düşünmedik ve karşı karşıya geldiğimizde o farklılıklarımızı sert bir biçimde tartıştık.
Kanser olması ve konuşma güçlüğü çekmesine rağmen, sözleriyle beni hem bir işçi sınıfı dostu hem de bir gazeteci olarak provoke etmeyi başarmıştı.
Şimdi, göçtü gitti ve o provokasyon yarım kaldı…
Önce Refik Baydur’un kim olduğuna bakmak ve sonra da neden kendisiyle karşı karşıya gelmek zorunda kaldığımı anlamak gerek.
Kendi kaleminden kendini sorguladığında ‘ben kimim’ sorusuna ‘Ben bir köylü çocuğuyum. Yemeğimi ortadaki bir tencereden, sofradaki insanlarla paylaştım. Onun için paylaşmayı ve zamanında sofrayı terk ederek yeniden yola koyulmayı büyüklerimden öğrendim’’ diyordu.
Ama, çalışanlarının yarattığı artı değerleri, çalışanlarının daha insanca bir yaşamı için paylaşmayı hiç, ama hiç düşünmedi.
‘’Bu memleket bana çok şeyler verdi’’ derken, emeğiyle geçinenlerin talepleri karşısında hem TİSK başkanı, hem de KİPLAS başkanı olduğu dönemlerde aslan kesiliyordu.
Bir süredir de Gebze Kimya İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (GEBKİM) Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapan 87 yaşındaki Refik Baydur’un, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybettiği haberini okuyunca, bir çırpıda aklıma gelen hamleleri var.
Mesela Lastik grevinin ‘milli güvenlik gerekçesiyle ertelenmesi’ talebiyle dönemin hükümetine baskı yapması ve erteleme kararı çıkartması. Buna karşı tepkiler yükselince de, kamuoyunu bilgilendirmek için soru yönelten gazetecilere, ‘yüksek sesle had bildirircesine’ ifadeler kullanıp ‘’bizler, memleket menfaatlerini düşünürüz. Siyasilerle en önemli ortak yanımız budur’’ diyerek, adeta işçi sınıfına ve ülkenin yasalarına kafa tutar bir tavır sergilemişti.
Bir de, ‘Çalıştırdığım hiçbir kişinin bilerek hakkını yemedim’ derken doğruyu iyi kamufle etmişti..
Göçtü, gitti…
Sermaye sınıfı ve iş dünyası için büyük kayıp olabilir. Ama, ne işçi sınıfı ve benim açımdan ölümü ülke için kayıp değildir. Aksine, ölüm haberi, çalışma hayatında yaşanacak olası gerginliklerin başlamadan bitmesini sağlayacak suni bir rahatlamanın habercisi bile olmuştur.
Bugün cenazesi toprağa verilecek, yolu açık olsun. Hak ve adalet duyguları ile paylaşma hislerinden yoksun yaşayıp 90 yıla yakın süre sonra ‘elveda’ demek, ülke için pek ‘hoş sada’ olarak anılmayacaktır.
Kendi şirketleri ve sermaye meslek örgütleri ile yıllarca sermayenin önünü açmak için çırpınan siyasiler dışında…