Hayatım boyunca kimsenin ne giydiğine ne yediğine ve neyi neden konuştuğuna, inancına, siyasi fikrine karışmadım.
Hep çeşitlilikten, renklilikten yana oldum. Hep bu davranışım bana harika dostluklar ve çok iyi toplumsal ilişkiler kazandırdı. Dün cumhuriyet gazetesinde yazar Ahmet Tan "Bir sonraki sevye" isimli yazısında devir sakal devri, suratları kılla dekor etme devri demiş. Sakallarım yirmi yılı doldurdu. Ayrıca sakallı olmayı da seviyorum. Sakalımı kimseye sorarak bırakmadım sormam da. Sakal bırakıp bırakmayacağımızı Ahmet efendiye mi soracağız!
Ya da nasıl sakal bırakacağımızı şimdi bu ülkenin her sorunu bitmişte işler sakala mı kalmış? 50 yıldır bu ülkede birileri kadınların türbanlarıyla, çarşaflarıyla, etekleriyle uğraşıyorlar. Bu beyhude tartışmalar toplumsal dokuyu bozmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu önyargılı ve sabit fikirlileri ikiye ayırıyorum. Bir kısmı türban takıp çarşaf giyenleri eleştirdiler. Bir kısmı da mini etek giyenleri. Bu yüzden ülke çok şey kaybetti. Giyim kuşam kişiye özeldir. Giyim ve kuşamı etkileyen önemli bir etken doğa koşullarıdır. Bir de inançlarına göre giyenler var, bu da bu insanların en doğal hakları. Mesela köy kadınları hasat zamanı yakıcı ve yaralayıcı otlardan korunmak için bağda bahcede, tarlada, çayırda şalvar giyerler.
Giyim kuşam bir kültür sorunudur ve herkes de istediğini giymede özgürdür. Ayrıca bu bir insanlık hakkıdır. Ben şimdi sözünü ettiğim bu beyni bozuk adamlara soruyorum Rusya'nın Sibirya'sında kadınlar üst üste kalın elbiseler giyerler. Arap yarımadasında geniş entari biçiminde elbiseler giyerler, ekvatora yakın yerlerde daha açık elbiseler giyerler. Bu gibi durumların ilericililikle hiç ilgisi de yoktur.
Bunu böyle değerlendirenlerin kendileri gericidir. Çarşaf giyen de, türban takan da, şalvar giyen de ve mini etek giyen de hepsi bizim anamız, bacımız ve kardeşlerimizdir. Ne giyip giymeyecekleri onların tercihidir.
Bu tartışılacak bir sorun değilki.. Gelin olan kızlar gelinlik giyiyorlar, caneze merasimine gidenler o ortamın ruhuna uygun giyiyorlar. Asırlar önce Dede Korkut eşine bakın nasıl hitap ediyor "evimin tahtı, başımın bahtı kadınım, hünerlim, anlayışlım, doğurganım" Kadına saygı ve sevgi bu işte. Bu kadınlar konusunda ileri geri konuşanlar sabit fikirliler bu cümleleri ede bilirler mi?
Ama aşağılarlar... Tam beş yüzyıl önce Donkişot kendisinden kaçan kadınlara "lütfen benden kaçmayın, korkmayın bağlı olduğum şovalyelik yasası beni herhangi bir kimseye kötülük yapmaktan men eder" Yazar Servantes'in Don Kişot'u sevgilisine "ey benim güzel dulıcınam kalbimin kadın, eserin olan Don Kişot'u yanlız bırakma"
Bu konularla yazılmış en güzel kıtaplardan mısırlı feminist yazar Neval El Sedevi'nin "sıfır noktasında kadın" isimli kıtabıdır. 1974 ceza evine giren yazar orada Firdefs isminde bir kadınla tanışır. İdamı bekleyen bir kadındır, idam edilmeden önce yazara şu dramatik sözleri söyler "yaşamı da ölümü de aşmışım artık ne yaşamak arzusu duyuyorum ne de ölümden korkuyorum, hiçbir şeyden korkmuyoum bu yüzden de özgürüm" Aslında bizleri köleleştiren ne devlet ne de toplumdur, isteklerimiz, umutlarımız, korkularımız ve de tutkularımızdır...