Gerçekleri gizleme çabası !..

 

 

Güneydoğu Anadolu illerinde, özellikle  Kürt basını olmak üzere gazetecilere yönelik saldırılar yoğun olarak sürüyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) ve G-9 Gazetecilik Örgütleri Platformu, bu saldırıları ‘’AKP’nin bölgedeki gerçekleri gizleme çabası’’ olarak yorumluyor.

Haksız değiller…

30 Aralık 2015’te sokaktaki sivil bir kadın yurttaşa, acil tıbbi yardım müdahalesinde bulunurken, bir keskin nişancının ateş açması sonucu sağlık emekçisi Abdülaziz Yural yaşamını yitiriyor. Hemşire Abdülaziz Yural’ın yanı sıra ambulansın taranması sonucu yaşamını yitiren şoför Şeyhmus Dursun ve nöbetten evine giderken vurulan sağlıkçı Eyüp Ergen’in ölümü, ‘’sistematik hale gelen’’ keskin nişancı cinayetleri olarak hafızalara kazınıyor.

Bu arada, Silopi’de 5 Ocak günü sokağa çıkma yasağı uygulanırken evlerinden zorla gözaltına alınan 37 kişi arasında bulunan Dicle haber Ajansı (DİHA) Muhabiri Nedim Oruç da, çıkarıldığı mahkemece tutuklanıyordu.

Bütün bunlar yaşanırken, abluka altındaki birçok evde su ve gıdanın tükendiği ifade adilip, mevcut durumun tam anlamıyla insani bir krize dönüştüğünün altı da çizilmesi gereken bir gerçek.

Yetmiyor;

Onlarca cenaze morg ve soğuk hava depolarında bekletilip ailelerine teslim edilmiyor. Cenazeler aile ve avukatlardan adeta kaçırılarak otopsi işlemleri yapılıyor. Defin yerleri bilgisi verilmiyor.

Özellikle, kronik yaşlı hasta, çocuk ve bebekler risk altında, çünkü hastanelere gidilemiyor.

Cizre ve Silopi’de olduğu gibi Şırnak merkez de pek çok sağlık binası karargâha çevriliyor.

Bu binaların önlerine zırhlı araçlar konuşlandırılıp, tepelerine de keskin nişancılar yerleştiriliyor.

Halka, bir de dalga geçer gibi ‘morgların büyütüleceği’ müjdesi veriliyor.

Bütün bunlar yaşanırken, Sağlık Bakanlığı’ndan çıt çıkmıyor.

Bölgedeki yaşananlar, , izleri yıllar boyunca geçmeyecek bir süreci tarif ediyor.

Orada yaşananları duydukça ve sınırlı kaynaklardan okuyup izledikçe, bir spor salonunun bodrum katında dövülerek öldürülen Evrensel Gazetesi Muhabiri Metin Göktepe aklıma düşüyor.

8 Ocak, Metin’in katledilişinin 20. yıldönümüydü.

O, cinayet öncesi bodrum katta topu topu 40 dakikalık bir karşılaşma yaşayan tanık Deniz Özcan, o anları Birgün Gazetesi’ndeki röportajında, şu sözlerle anlatıyordu:

“Cezaevinde katledilenlerin cenazesine gidiyorduk. Alibeyköy’de aracımızı çeviren polis, bizi kendi minibüsüne aldı, Eyüp Spor Salonu’na götürdü. Bizi aşağı indirirlerken tartışma yaşandı. Direnince, beni kömürlüğün, lavaboların olduğu zemine indirler. Bodruma indirilirken gördüklerim, Şili’de yaşananlar gibiydi. Kazma sapıyla, copla dövüyorlardı. Sürekli insan getirip götürüyorlardı. Sonradan Metin’e ait olduğunu anladım bir ses duydum. Gazeteci olduğunu söylüyordu. Polisler ise aralarında konuşuyordu. Biri ‘Buna özel muamele yapın’ dedi. Daha önceden darp edildiği anlaşılıyordu. Aşağıda on beş dakikaya yakın aralıksız dövdüler. Sayısı ondan fazla bir polis grubu vardı. Öyle çok vurdular ki, dayanamayıp araya girdim. Bana da vurmaya başladılar. Metin kendinden geçmişti. Bayıldı mı yoksa hayatını mı kaybetti anlamak zordu? Onu, kendinde olmadığı için lavaboların olduğu yere sürüklediler. Beni de oraya aldılar. Metin’in durumunun ağırlaştığını, polislerin artan telaşından ve beni unutmalarından anladım. Metin’i oradan çıkarırlarken ben oraya yöneldim. Her lavaboda kan vardı, birinde çok daha fazla! Bunu gördüm işte! Sonra da Metin’i kömürlüğe sürüklemelerini ve montunun öylece yerde durmasını! Beni yukarı çıkardılar. O getirilmeseydi, beni öldüreceklerdi.

Kafamda cesur, korkusuz bir adam kaldı! Gazeteciymiş sonradan öğrendim.”

Bu konuda yargıyı yanıltan deliller hazırlanmadı mı ?

Davanın üzeri adeta örtülüp, katiller gizlenmedi mi ?

Gerçekleri gizleme çabası, sadece bölgede değil İstanbul’un göbeğinde de, 10 Ekim bombalı suikasti sonucu Ankara’nın göbeğinde de yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacaktır.

İşte, sırf bu yüzden, ‘’kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz’’ diyoruz.