"Fikrini değiştirmekle, bazı şeylere gerek olmadığını kanıtlamak arasında bir seçim yapmak zorunda kalan kişi, neredeyse sadece kanıtla meşgul olur." cümlesini okumuştum, Tolstoy daha da cesur davranarak: “En zor konular, en ağır zekâlı adama, eğer onlar hakkında henüz bir fikir oluşturmadıysa kolayca açıklanabilir; ama en zeki adam, önüne konulan şeyi en ufak bir şüphe duymadan bildiğine kesin olarak ikna olmuşsa, en basit şey bile açıklığa kavuşturamaz" demiş.
Neden böyle?
Gerçekler açıkça gerçek olsa da neden fikrimiz değişmiyor?
Ve neden birisi yanlış bir fikre inanmaya devam eder ki?
İnsanlar hayatta kalabilmek için bir dünya görüşüne ihtiyaç duyarlar. Gerçeklik inancınız gerçek dünyadan farklıysa, her gün mücadele içinde geçer ömrünüz. Ancak, insan zihni için önemli olan tek şey doğruluk değildir. Uyum sağlamak, başkalarıyla bağ kurmak, akranlarımızın saygısını ve onayını kazanmak isteriz. Bir şeylere her zaman doğru oldukları için inanmayız. Bazen şeylere inanırız çünkü bizi önemsediğimiz insanlara iyi gösterirler.
"Bir beyin belirli bir inancı benimsemenin ödüllendirileceğini tahmin ederse, bunu yapmaktan son derece mutludur ve ödülün nereden geldiğini pek umursamaz, sonuçta inancı kabul eder” düşüncesi bana çok doğru gelir.
Yanlış inançlar, gerçek anlamda faydalı olmasalar bile sosyal anlamda faydalı olabilir. Daha iyi bir ifade olmadığı için, bu yaklaşıma gerçekte yanlış, ancak sosyal olarak doğru diyebiliriz. İkisi arasında seçim yapmamız gerektiğinde, insanlar genellikle gerçekler yerine arkadaşlarını ve ailelerini seçerler.
Bu fikir, bir akşam yemeğinde ebeveynlerimiz bizi rahatsız eden doğru bir şeyler söylediğinde neden başka tarafa bakabileceğimizi açıklamakla kalmaz, aynı zamanda başkalarının fikrini değiştirmenin daha iyi bir yolunu da ortaya çıkarır.
Birinin fikrini değiştirmeye ikna etmek, aslında onun yaşam şeklini değiştirmeye ikna etme sürecidir. İnançlarından vazgeçerlerse sosyal bağlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar. İnsanların fikirlerini değiştirmenin yolu, onlarla arkadaş olmak, onları hayatınıza dâhil etmek ve çevrenize çekmektir. Bundan sonra artık sosyal olarak terk edilme riski olmadan inançlarını gönül rahatlığı ile değiştirebilirler. İngiliz filozof Alain Botton, bizimle aynı fikirde olmayanlarla yemeklerimizi paylaşmamızı önerir:
“Bir grup yabancıyla bir yemek masasında oturmak, onlarla uzlaşmanın harika bir yoludur. Önyargı ve etnik çekişme soyutlamadan beslenir. Bununla birlikte, bir yemeğin gerektirdiği yakınlık, aynı anda peçeteleri kullanmak, hatta bir yabancıdan tuzu uzatmasını istemek gibi bir şey. Yabancılar, inancına bağlı kalma alışkanlığını bozar bu basit paylaşımlar.” Bu benim aklıma Atatürk’ün büyük memleket meselelerini yemek masasında çözme yöntemini aklıma getirdi şuan.
Düşmanlığı besleyen farklılık değil, mesafedir. Yakınlık arttıkça, anlayış da artar. Abraham Lincoln'ün şu sözü çok manidar ve konuya açıklık kazandırıyor: “Bu adamdan hiç hoşlanmıyorum. Onu daha iyi tanımam gerek."
Yıllar önce kafamdan atamadığım bir fikir okumuştum: Fikrimizi değiştirme olasılığı en yüksek olan insanlar, konuların yüzde 98'inde hemfikir olduğumuz kişilerdir…
Tanıdığınız, beğendiğiniz ve güvendiğiniz biri radikal bir fikre inanıyorsa, onun bu fikrini benimsemeniz kuvvetle olasıdır. Zaten hayatın birçok alanında onlarla aynı fikirdesiniz. Belki bu konuda da fikrini değiştirmeliyim diye düşünürsünüz. Ama size çılgın gelen biri aynı radikal fikri öneriyorsa, onları bir çatlak olarak reddetmeniz kolaydır.
En rahat öğrenme yakınlardaki insanlardan olur. Birine ne kadar yakın olursanız, onun fikirlerinin zihninize sızması ve düşüncenizi şekillendirmesi o kadar olasıdır. Bir fikir mevcut konumunuzdan ne kadar uzaksa, onu doğrudan reddetme olasılığınız o kadar yüksek olur.
*
Yanlış fikirlerin yaşamaya devam etmesinin önemli bir nedeni vardır, o da insanların onlar hakkında konuşmaya devam etmesi. Sessizlik her fikir için ölümdür. Asla söylenmeyen veya yazılmayan bir fikir, onu tasarlayan kişiyle birlikte ölür. Fikirler ancak tekrar edildiklerinde hatırlanabilir.
İnsanlar kötü fikirleri onlardan şikâyet ettiklerinde de sürekli tekrar ederler. Bir fikri eleştirmeden önce, o fikre atıfta bulunmanız gerekir. Sonunda insanların unutacağını umduğun fikirleri tekrar edersin ama tabii ki insanlar onları unutamaz çünkü sen onlar hakkında konuşmaya devam edersin. Kötü bir fikri ne kadar çok tekrarlarsanız, insanların buna inanma olasılığı o kadar artar.
Kısaca: Bir fikre inananların sayısı, o fikir yanlış olsa bile, o fikrin son bir yıl içinde tekrarlanma sayısıyla doğru orantılıdır.
Kötü bir fikre her saldırdığınızda, yok etmeye çalıştığınız canavarı besliyorsunuz. Bir Twitter çalışanının yazdığı gibi, kızgın olduğunuz birini her retweet ettiğinizde veya tweet'ten alıntı yaptığınızda, bu onlara yardımcı olur. Nefret ettiğiniz fikirlerin cehennemi sessizliktir.
Vaktinizi kötü fikirleri yıkmaktansa iyi fikirleri savunmak için harcamak daha iyidir. Kötü fikirlerin neden kötü olduğunu açıklamakla zaman kaybetmeyin. Kötü bir fikrin başına gelebilecek en iyi şey unutulmasıdır. İyi bir fikrin başına gelebilecek en iyi şey, onun paylaşılmasıdır. Bu bana şu sözü hatırlatıyor: “Başkalarının nasıl hatalı olduğu hakkında konuşmak için mümkün olduğunca az zaman harcayın.”
Çoğu insan öğrenmek için değil kazanmak için tartışır. İnsanlar genellikle izci olmaktan çok asker gibi davranırlar. Askerler, kendilerinden farklı olan insanları yenmek için entelektüel saldırıda bulunurlar, onlar için zafer işlemsel zekâdır. İzciler ise, araziyi başkalarıyla yavaş yavaş haritalamaya çalışan kâşifler gibidir. Onlar için merak itici güçtür.
İnsanların inançlarınızı benimsemesini istiyorsanız, bir asker gibi değil, bir izci gibi davranmalısınız. Bu yaklaşımın merkezinde bir soru vardır: Konuşmayı sürdürmek için kazanmamaya istekli misiniz?
*
Japon yazar Haruki Murakami bir keresinde şöyle yazmıştı: "Tartışmanın ve kazanmanın, tartıştığınız kişinin gerçekliğini yıkmak olduğunu daima hatırlayın. Gerçekliğini kaybetmek acı verici, bu yüzden haklı olsan bile kibar ol.”
İçinde bulunduğumuz anda, amacın diğer tarafla bağlantı kurmak, onlarla işbirliği yapmak, onlarla arkadaş olmak ve onları hayatımıza dâhil etmek olduğunu kolayca unutabiliriz. Kazanmaya o kadar kapıldık ki bağlanmayı unutuyoruz. Enerjinizi onlarla çalışmak yerine insanları etiketlemek için harcamak çok kolay ve çirkindir.
"Kibar" kelimesi, "akraba" kelimesinden türemiştir. Birine karşı nazik olduğunuzda, onlara ailedenmişsiniz gibi davrandığınız anlamına gelir. Bence bu, birinin fikrini gerçekten değiştirmek için en iyi yöntem. Bir dostluk geliştirin. Bir yemek paylaşın. Kitap hediye edin.
Önce kibar olun, sonra “hemen” olun…