Tüm hafta bugün ne yazmalıyım diye düşündüm durdum, gündemle ilgili yazmam gereken ne varsa fazlasıyla bugüne kadar yazdığı düşünüyorum, tavsiyelerimi, kararlarımı açıkça dile getirdim. Yeri geldi kızgınlığımı paylaştım, yeri geldi sabırsız hırçınlığımı… “Geleceğimiz” dedim, bugünü düşünmeyin “yarın” için, “çocuklarınız için” karar vereceksiniz dedim. Belki sert bir dil kullanmış olabilirim bazı yazılarımda, inanın buraya yansıyan imbikten geçirdiğim kadarı ile…
Binlerce kilometre uzakta olmama rağmen, gündemi eksiksiz takip ediyorum. Bu hafta beni mutlu eden tek şey, Cumhurbaşkanı adaylarından biri olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun 7 saat süren, taraflı/tarafsız 750 izleyiciden oluşan bir topluluğa karşı açık ve net rahat konuşması oldu. Onlarca soruyu sakin yaradılışı ile nezaketle yanıtladı. (Ben artık gürleyen, başıma vura vura konuşan bir üslup istemiyorum bunu fark ettim. Tahammülüm kalmamış. Ses yükseltilmesine gerek olmadan da anlayabilecek zekâya sahibim şükür… Ayrıca yüksek tonajlı konuşan kişilerden oldum olası rahatsız olurum, kadını-erkeği bana küstah gelir, kibirli üstünlük kurma çabaları hoşuma gitmez. )
Program Türkiye’de yayına girdiği an izlemeye başladım ve uzun saatler sonunda nefessiz tamamladım. Öncelikle düşünen, hayata geçiren ve yorulan herkese çok teşekkür ediyorum. Bir ülkenin yönetiminde görmek istediğim insan profili tam anlamıyla böyle olmalı diye aklımdan geçti.
Saatler süren ateşten gömlek programa çıkma cesaretinde bulunan, gelen her türlü taraflı/tarafsız (çoğunlukla taraflı) soruları zarafetle cevaplayan, herkesi sabırla ve saygıyla dinleyen, her soruya net ve herkesin anlayabileceği sadelikte, dolandırmadan açıklama yapan, sadece sevgi ve sempati dilini kullanan bir insan izledik ekranlarda... (Yayınlanmasından 24 saat geçmemesine rağmen, şuan itibariyle 20 milyon kişi tarafından izlendiğini görmek beni ayrıca heyecanlandırıyor)
Tek bir abartı yoktu, baştan savmacılık yoktu, dolambaçlı konuşmalar yoktu. Ülkemin geleceği için ne kadar güzel bir değişim rüzgârı diye düşündüm, gençler özgürce, korkusuzca, seslerini yükseltmeden, tertemiz sorular sorabildiler… Umut verdi inanın… İzlediğim saatler samimiyetle söylemeliyim ki “işte benim özlediğim Türkiye’m” dedim… Bu kadar uzakta kendimi çok iyi hissettirdi.
-
Şuanda içinde bulunduğumuz durumu bu yazıdan daha iyi tarif edecek kelimeler bulamıyorum. 18 Ekim 2020’de kaybettiğimiz duayen ve değerli gazeteci Sayın Bekir Coşkun 2015 yılında Sözcü Gazetesi’nde ne kadar yerinde ifade etmiş. Kendisinin yazısını kesintisiz sizinle paylaşmak istiyorum.
Bir gece yatıp kalktık…
Türk Ordusu yok…
Darbe yapacaklardı ama silahları tarlada gömdükleri yeri de unuttular demek…. Darbe olacak mıydı, olmayacak mıydı derken, ordu artık yoktu…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Yargı yok…
Yargıyı bölüşmüşler, yarısı hocaya, yarısı imama…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Cumhuriyetçi aydınlar yok…
Hücrelerdeler…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Medya yok…
Yarısını almışlar parayı bastırıp, kalan yarısının da gırtlağına bastırıp…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Ben yokum…
Muhterem karıma “Ben yok muydum şu köşede yahu?” dedim…
“Yoksun, kovuldun” dedi…
Ağladı…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Laiklik yok…
Devlet tekbirle açılıyor…
*
Bir gece yatıp kalktık…
“Türk” yok
*
Bir gece yatıp kalktık…
Bayrak yok…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Yarısı gitmiş…
“Türkiye” de yok…
*
Bir gece yatıp kalktık, marşlar yok, andımız yok, bayramlar yok…
Bir gece yatıp kalktık, bu 4+4+4’tür dediler…
Çocuklar yok…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Cumhuriyet yok…
*
Ve bir gece yatıp kalktık ki…
Biz yokuz…
*
Yatma o zaman…
Kaldır başını artık…
Bir böcek gibi ezilip, bir dal gibi kırılıp, bir sürü gibi güdülüp, bir toz gibi üfürülüp, bir ot gibi sökülüp, bir kuş gibi vurulacağına…
Yatma…
Bekir Coşkun / 03.01.2015- SÖZCÜ
SONSÖZ:
Pazar günü oyunuzu kullanın, geleceğiniz için kararınızı etki altında kalmadan özgürce dile getirin…