** Eğitim-Sen Gebze Şube Başkanı Güngör İrdem eğitimi 15 Temmuz’daki darbe girişimi üzerinden genele yönelik değerlendirdi: “Laiklik dinli ya da dinsiz herkesin yaşam güvencesidir.” Yerel değerlendirmesinde ise Gebze’deki okul binalarının eğitim için yetersiz olduğunu söyledi.
Eğitimde 2016-2017 eğitim öğretim yılı, 19 Eylül tarihi itibariyle start aldı. Gerek ülkemiz gerekse ilçemiz Gebze’de bu iş kolunda örgütlü sendikaların şube başkanlarının gerek yereli de bağlayan ama genel, gerekse sadece yerele dair görüşlerini paylaşmaya bugün Eğitim-Sen Gebze Şube Başkanı Güngör İrdem ile devam ediyoruz. İrdem eğitimi 15 Temmuz’daki darbe girişimi üzerinden genele yönelik değerlendirdi: “Laiklik dinli ya da dinsiz herkesin yaşam güvencesidir.” Yerel değerlendirmesinde ise Gebze’deki okul binalarının eğitim için yetersiz olduğunu söyledi. İrdem açıklamasında şunlara değindi:
Laiklik Herkesin Yaşam Güvencesi
“Biz demiştik.” Bu sözü o kadar çok sıklıkla kullanmak zorunda kalıyoruz ki… Sanırım bundan sonra da gerek Türkiye gerekse Dünya için tehlike olarak söylediklerimizin gerçekleşmesinden dolayı maalesef en başta kullandığım cümle gibi olacak. Keşke haksız çıksaydık da bunlar yaşanmamış olsaydı. Sorunu salt 15 Temmuz darbe girişimi ile sınırlandırmak hem saflık hem de bilim dışı bir yaklaşım olur. Bu topyekûn bir eğitim ve kültür sorunudur. Eğitimin bilimsel temelli olmasını sürekli savunduk. Peki bu ne anlama geliyor? Bu her şeyden önce kamusal bir hizmet olan eğitimin laik temelli olmasıdır. Laikliği birçok aklı evvel dinsizlik olarak algılıyor. Oysa laiklik son olaylarda gördüğümüz gibi dinli ya da dinsiz herkesin yaşam güvencesidir. Devletin her türlü dinsel yapıdan bağımsız olması, eğitimin bilimsel temelde olması yarınımızın da güvencesidir.
Diyanet Hanefilik Üzerinden Eğitimi Yönlendiriyor
Tam tersi bir durumda yaşadıklarımızın öğrettiği gibi, din devlet tarafından kontrol edilip bir yönetişim sistemi haline getirildiğinde, din bir inanç sisteminden çıkıp bir tahakküm ve kontrol aracı haline gelir. Her iktidar da bu konuyu kendine rant sağlayacak bir araç haline getirir. Artık dinlerin değil, devleti yönetenin din anlayışının resmi ideoloji olarak kullanılmasına neden olur. Basit bir örnekle açıklamak gerekirse yaklaşık altı milyar dolar bütçeli Diyanet, İslamiyet’in değil bir mezhep olan Hanefiliğin temel yorumları üzerinden hem eğitimi hem de inanç öğretimini yönlendirmektedir. Bırakın ateist olmayı ya da başka bir dine mensup olmayı, bir dinin farklı mezhepleri veya anlayışları üzerinde de tahakküm oluşturmaktadır.
Eğitim: İstendik Davranışlarda Bireyler Yetiştirme
Eğitim en basit tanımıyla “istendik davranışlarda bireyler” yetiştirmektir. O istendik davranış kime ya da neye göre oluşturulacak. Sonuçta belli bir güce ulaşan bu davranıştaki bireylerin ne yapacakları belli olmaz desek de aslında belli de oluyor. Peki bunun yerinde ne olmalı? Bireyin kendini oluşturmasının iki önemli noktası vardır. Bunlar; akıl ve bilimdir. Böylece doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edecek bir yetkinliğe ulaşan birey, evrenin hakimi değil bir parçası olduğunun da farkına varacaktır. Devletin laikleşmesi toplumsal huzuru ve refahı da getirecektir. Çünkü devletin görevi bireyin, toplumun ahiret hayatını sağlama aracı değildir. Yaşamın; insan onuruna yakışacak şekilde, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasıdır.
Galiba Yine, “Biz Demiştik” Diyeceğiz
Yaşadığımız durumda ise Diyanet ile bilime aynı bütçeyi ayıran Çin uzay çalışmalarında ABD ile aynı konuma gelmiştir. Bizde ise “ne istediniz de vermedik ”ten savaş haline bir geçiş yaşandı. Eğer devlet, eğitimde akıl ve bilimi ön plana çıkartmazsa yani eğitimde laikliği gerçekleştiremezse; tektipleştirici, çok kültürlü ve çok dilli yapıyı görmezden gelirse; eğitim yöneticilerini liyakat ile değil yandaşlıkla oluşturmaya devam ederse, maalesef biz yine aynı ifadeyi kullanacağız. “Biz demiştik.”
Aktif Eğitim-Sen Ve Paranoya
Darbe girişimi sonrasında, bu süreci muhalif bütün unsurların susturulması için cadı avına çevirmek yapılan en büyük yanlışlıklardan biriydi. Bir sendikanın kapatılması, başlı başına bir hukuki sorundur. Hele de o sendikanın bütün üyelerinin sanki bu darbeden yanaymış gibi bir algı oluşturulması başlı başına bir başka yönetememe ve toptancı cezalandırma yöntemidir. Kapatılan Aktif Eğitim-Sen üyelerinin hepsinin suçluymuş gibi cezalandırılması ya da cezalandırılmaya çalışılması bir hukuk devleti için ayrı bir paranoyak durumdur. Oysa hukuk devletinde paranoya değil, deliller önemlidir. Eğer bir eğitim emekçisi bu darbede rol almışsa cezalandırılması ama demokratik hukuk kuralları içinde bu işlerin gerçekleştirilmesi gerekir.
Tek Çare Kamusal, Laik, Bilimsel Eğitim
Sırf bir sendika üyesi ya da bankayla iş yaptığı ya da çocuğunu FETO/PDY ile ilişkili olduğu düşünülen bir okula gönderdiği için kişileri cezalandıracaksanız hukuktan bahsedemezsiniz. Devlet kendi okullarına gerekli yatırımı gerçekleştirmezse; kamusal eğitimi değil özel eğitim okullarını teşvik ederse; yurt açmaz da öğrencilerin cemaat, dergah vb. grupların yurtlarına gitmesine neden olursa sorunlar devam edecektir. Üniversiteler kurulurken, öncelikle öğrencilerin barınma ihtiyaçları göz önünde tutulması gerekir. Tersi bir durumda ya birileri bu öğrencileri örgütlemek için kendi yurtlarına alır ya da bu durumu kullanan ve bu durumu zenginleşme aracı olarak kullanacak kişilerin önüne atmış olur. Tek çare kamusal, laik, bilimsel eğitimdir.
Gebze: Eğitime Yatırımın En Az Olduğu Yer
Gebze, en fazla göç alan bölgelerdendir. Özellikle çocuk işçiliğinin de merdiven altı çalıştırmanın da ev işçiliğinin de devasa boyutlara vardığı bir bölgedir. Bunun karşısında özellikle eğitime yatırımın da en az olduğu yerlerdendir. Okul binaları eğitim öğretim için yetersiz. Ancak yukarda değindiğim özellikle dinselleştirmenin bir aracı olarak İmam-Hatip okullarının sayısı da çoğaltılmaya çalışılmaktadır. Son soruşturmalarla açığa alınan öğretmen arkadaşların çok büyük bir kısmı görevine dönecektir. Ancak, 15 Temmuz öncesine baktığımızda gerek okullaşma gerekse öğretmen açığı bakımından bugünden farklı bir durumu görmüyoruz. Her yerde ücretli öğretmen çalıştırılmakta, öğretmen açığı bir başka deyişle devlet eliyle taşeron çalıştırmaya kadar gitmektedir.
Okul Kantinleri Yeterince Denetlenmiyor
Eğitimi salt öğretmen ve öğrenci ikileminden çıkarmak gerekiyor. Okulda çalıştırılan hizmetliler ayrı bir dram yaşamaktadır. Taşeron temizlik hizmeti satın alınmakta, okullar resmen taşeronlaştırılmaktadır. Okullardaki kantinlerin durumu ise bir başka sorun olarak karşımızda duruyor. Yeterince denetlenemiyor. Satılan ürünlerin hijyen ve fiyat bakımından da ayrı ayrı irdelenmesi gerekiyor. Okullar arasında kantinde satılan ürünlerin fiyatları arasında ciddi farklılıklar bulunmakta. Okul idarelerinin birçoğu okula ek kaynak geldiği için bu duruma ses çıkaramamaktadır. Servis ücretleri de büyük bir yük oluşturmaktadır. Servise verecek parası olmadığı için kilometrelerce yürüyen öğrencilerimiz var. Oysa devletin sağlaması gereken bu hizmet, velilerin üzerine bindirilmeye çalışılmaktadır. Bu da zaten aybaşını getiremeyen insanlarımızın üzerine ayrı bir yük bindirmektedir.
Soruşturmada Siyasi Boyut Yok
15 Temmuz darbe girişimi ile AKP sözde darbecileri yargılayacağız diye başladı. Bir darbede, askeri, sivil ve siyasi ayak vardır. Özellikle sivil ayağı çok azdır. O siviller daha sonra medya aracılığı ile “oh iyi oldu, zaten ülke kötü yönetiliyordu……” gibi argümanlarla konuşur duruma getirilenlerdir. 12 Eylül darbesi bunun en önemli örneklerindendir. Bugün ise darbe girişiminden sonra hemen önce askeri kanada sonra sivillere yönelik gözaltılar ve görevden menler başladı. Siyasi kanat ortada yok. Oysa asıl önemli unsurlardan biriydi.
Eğitim-Sen’i Terörize Etmeye Çalışıyorlar
Özellikle kamuya yönelik özelde ise eğitim alanına ciddi saldırılar yaşandı. Üç bakanın imzasıyla kurulmuş bir sendika kapatıldı. Eğitim emekçilerinin en güçlü sesi Eğitim-Sen ise bir itibarsızlaştırma ve güçsüzleştirme cenderesinin içinde kaldı. Sırf sendikalarının aldığı bir karara ya da kararlara uydukları için eğitim emekçileri açığa alındılar. Buradaki asıl amaç, suçluların cezalandırılması değildi. Asıl amaç, Neo-liberal dönüşümlere karşı (özelleştirme, esnek çalıştırma, iş güvencesinin ortadan kaldırılması vb.) kendilerinin karşısında durabilecek en güçlü muhalefeti ortadan kaldırmaktı. KESK ve bağlı sendikalar bu dönüşümlere karşı asıl mücadeleyi yürüten bir örgüttür. Bundan dolayı sırf sendikal eylemliliklerden dolayı örgütümüzü terörize etmeye çalışıyorlar.
Bizler Bir Suç İşlemedik
Maalesef bu çalışmanın içinde kendilerine sendika diyen güdümlü unsurlar da etkin bir şekilde çalışıyorlar. Ama unutulmamalıdır ki bu insanların hepsinden zamanı geldiğinde mahkemeler önünde hesap soracağız ve tazminat davaları açacağız. Bizler bir suç işlemedik. Bizler sadece demokratik haklarımızı kullandık. Bizler, insanca ve bir arada yaşamı savunduk. Barış ve demokrasi herkesin ortak duygusu olması gerekir. Biz barış ve demokrasiyi savunduk. Ülkemizin bilimsel çalışmalarda geri olması OECD ortalamasında sonlarda yer alması hepimizin derdi. Bunun tek çaresi ise; laik, bilimsel eğitimden geçer. Biz bunu savunduk. Şimdi kalkmış birileri bizi suçluyor.
İlkelerimizden Asla Taviz Vermeyeceğiz
Bunları istemek suçmuş gibi. Bir taraftan da ataması yapılmayan öğretmenler var ki bu da ayrı bir mesele. Bu süreç üzerinden kadrosuz, sözleşmeli atanmak için uğraşıyorlar. Bazıları, bunları atın bizi alın diyorlar. Fakat bilmedikleri bir şey var ya da bilip de böyle davrananlar var: Türkiye’de ataması yapılmayan öğretmenlerle en sıkı ilişkisi olan sendika Eğitim-Sen’dir. O arkadaşlarımızın atanması için ellerinden geleni yapan; eylemler gerçekleştiren tek sendikayız. Ama biz yine de ilkelerimizden asla taviz vermeyeceğiz. Açığa alınan öğretmen arkadaşlarımızın hepsi mutlaka görevlerine döneceklerdir. Bugün, yarın ama mutlaka. Hukuksal her türlü çalışmayı yapacağız. Maddi, manevi her türlü destekte bulunacağız.”