Son haftalarda bazı gazeteciler Oscar ödülü alan Spotlight filminin, Türkiye’deki gazetecilerle bağlantısını kuran yorumlar yaptılar.
Bu gazetecilerden biri olan Soner Yalçın, filmi konusu nedeniyle özel bulunduğunu, ancak niye Oscar aldığını pek anlayamadığını söylüyor. Sonrada, “Ne bileyim ben Amerika’ya sorun” diyor ve ekliyor “acaba, vahşi kapitalizm bitti. Ilımlı İslam bitti. BOP bitti. ABD, sistem değişikliğine zorlanırken, köklü değişimi yine “özgürlüklerin kalkanı biziz” propagandasıyla mı yapacak?”
Oray Eğin çok beğenmiş, övgüyle bahsediyor. Hatice Kübra’da sıradan bir film olarak bakıyor ve “keşke bizim gazeteciler de Cansel Buse ve benzeri tacizlerin izini sürerek gazetecilik yapsalar” diye, biraz da bizdeki gazetecilerin tutuklanış nedenlerine gönderme yapıyor.
Spotlight filmini ben de izledim. Boston’da çok güçlü olan Kilise’ye karşı korkusuzca mücadele eden gazetecileri konu alıyor. Kilise’nin tacizci rahiplerini nasıl koruduğu aynı zamanda, olayların kimler yoluyla nasıl örtbas edildiğini açığa çıkaran bir film. Bu tür filmlerin olmasını birçok açıdan önemli buluyorum.
Ancak, filmi izlerken, hiç muhteşemlik hissetmedim, şaşırmadım. Bildiğim veya tahmin ettiğim düşüncelerim, gerçek bir öyküden alınma bu sinema filmiyle, bir kez daha pekiştirmiş oldu, o kadar. Bana göre filmin en iyi tarafı, öyküyü abartmadan, olabildiğince gerçekçi anlatmalarıydı.
Spotlight filmini Türkiye gündemi açısından özel bulup, köşelerine konu eden yazarların ELÇİYİ ÖLDÜR filmini seyredip etmediklerini merak ettim doğrusu.Türkiye’deki gazetecilerin yaşadıklarıyla neredeyse birebir örtüşebilecek, gerçek bir gazetecilik öyküsü, o filmde geçiyor.
Orijinal adı Kill the Messenger. Gazete muhabiri olan Gary Webb’in gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor.
Film, CIA’in, Nikaragua’daki anti-komünist isyancılara silah göndermek, silah parasını temin etmek içinse, zenci halka uyuşturucu satışını, uyuşturucudan ölen kişileri, uyuşturucu baronlarının CIA ile ilişkilerini konu alıyor.
Ve elbette bütün bunları açığa çıkaran bir gazetecinin mücadelesini, yalnızlığını ve haberden 7 yıl sonra evinde ölü bulunuşunu anlatıyor.
Kill the Messenger filminin değil de Spotlight filminin Oscar almasının nedeni, birinin devleti, diğerinin kiliseyi hedef almasına bağlanabilir. Devlete nazaran Boston Kilisesi daha küçük bir lokma. Dünyaya biz demokratız havası vermek, bu açıdan psikolojik bir algı yaratmak için uygun bir seçim.
Spotlight filminde gazeteciler bir ekip çalışması yürüterek başarıya ulaşabiliyorlar. Kill the Messenger filminde ise gazeteci bir süre sonra yalnız bırakılıyor. Tek başına mücadelesine devam eden gazeteci işinden ayrılmak zorunda bırakılıyor. Birkaç yıl sonra da evinde ölü bulunuyor.
“Bazı hikâyeler paylaşılamayacak kadar gerçektir” sözü filmde geçiyor. Filmin ana fikri gibi…En iyisi siz izleyin.Harika bir film.