Faşizmin kilometre taşları

BARBAROS TANTAN

Memleket, 1923'ün hemen sonrasında ve özellikle de 1946'dan sonra, halkını üretim ilişkilerinden koparan siyasi tercihler yüzünden emperyalizme göbeğinden bağımlı hale getirildi.
    Dönemin ilerici, üretken, paylaşımcı, içeride ve dışarıda barış içinde yaşamayı ilke kabul eden kurtuluş paradigmalarından bilinçli olarak kapatılınca, 'burjuva demokratik devriminin ilk adımı" diye tanımlanmaya başlandı.
   Bu koparılmanın özü, 1923 devriminin karşısında duran gericilerin emperyalizmden gördükleri desteğin yanı sıra kültür devriminin tamamlanmamış olması dolayısıyla cehalet ve muhafazakarlığı yenememiş olan toplumun önemli kesiminden cesaretlenmesidir.
   Sürecin ilk adımları kamusal üretim ilişkilerini terk etmeye başlamak ve yerine dönemin serbest piyasacı anlayışını  ikame etmek olmuştur.
   Gerisi peşi sıra geldi zaten...
   Faşizmin ilk kilometre taşları o süreçte döşenirken, gereklerini eksiksiz yerine getirmek için 1961, 1971 ve 1980'de askeri darbeler yapıldı.
   Bu darbelerin dünya kamuoyunda yarattığı yalnızlaşmanın izlerini silmek için bundan böyle post-modern darbeler planlamamalıydı ve öyle de oldu.
   En son darbe girişimleri ise belli bir kitlenin kayıtsız şartsız ayaklanması oldu. Bu, militarist gücün etkisiyle bastırılırken yaşanan siyasi ve sosyolojik kriz fırsata çevirilerek, düzeni değiştiren yeni hamleler geldi.
   Bu yeni süreç, faşizmin kurumsallaşmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması ve pürüzsüz bir siyasi-sosyoljik-psikolojik ortam yaratılması anlamına geliyordu.
   Son hamlenin ardından yaşatılan psikolojik ortam 'başarı sağlandı' diye tanımlanabilir. Ama, zaman geçtikçe, ülkeye biçilen yeni elbisenin dar ve demode olup, toplumsal zenginleşmeyi değil aksine toplumsal yoksulluğu öngörüp hayata geçirmek niyetinde olduğunu gösterdi.
   İşte, bu noktada toplumun psikolojik haritasında taşlar yerinden oynamaya başladı. Ve bu hareketlilik duracak gibi de görünmüyor.
   1980 sonrası için ülkeye biçilen elbise, demokratik kazanımların korunması, çalışanların insanca yaşam hakkını savunması ve çok temel demokratik hakların kullanımını engellemek üzere hazırlanmıştı ne de olsa.
   Bu yaklaşımın ne kadar doğru olup olmadığını "akademik yaşamı abluka altına alan YÖK" ün uygulamaları ve de sadece AKP'li dönemlerde 21 bin 201 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini görmek tek başına yeterlidir.
   Dahasını düşünmek ve yazmak bile çok fazla gelir, gelecektir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.