Merhaba sevgili okuyucu,
“Bu ülkede yaşayan her duyarlı insanın son yirmi yılda karşılaştığı gibi umutsuzlukla sık sık yüz yüze geleceğiz.”
Rollo May, unutulmaz eseri Yaratma Cesareti’nde otoriter hükümetler altında sinikleşen ve umursamaz görünen duyarlı bireyleri asıl yok edenin cesaretsizlik olduğunu iddia eder. Aslında, hepimizin içinde kendimiz gibi davranma arzusu bulunur. Ancak onu dışarı çıkarmak için hep uygun şartları bekleriz.
Oysa cesaret, umutsuzluğun yokluğu değil, umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.
Nedir ilerleme?
Rollo May, ilerlemenin, bütün baskılara rağmen kendi özgün fikirlerimizi bulma ve onları ifade etme cesaretini göstermek olduğunu söyler.
Elbette gerçeği diğer insanlarla tartışarak buluruz. Ancak kendi özgün fikirlerimizi ifade edemezsek kendimize ihanet etmiş oluruz. Ve kendisine ihanet etmiş kişi, toplumu da yaralar.
Peki ya kendimizde o gücü bulamıyorsak?
Ya dışımızda yoğun bir acı, içimizde devasa bir boşluk, üstümüzde kalın bir ölü toprağı varsa?
Baskı altındaki insan, incinmemek için bir savunma yolu olarak umursamaz ve duygusuz görünmeye başlar. Ölü taklidi yapar. Oysa duygusuzluğumuz, duygumuzun azlığından değil, tehdidin sürekliliğinden dolayı içimize dönmek zorunda kalmamızdan kaynaklanır.
Bu da kendi doğrularımızla, yani kimliğimizle çelişir. Boşluk budur. Ölü toprağı budur. Ancak sonsuza dek sürmez. Şöyle açıklar Rollo May:
“Duygusuzluk, en büyük iflası yaşayan insanın, içinde tekrar bir şey yapabilecek duruma gelene kadar kişiliğini koruyan bir mucizedir.”
Ölü gibi yaşarız. Ta ki yeniden kıpırdayana kadar."
Bu hafta çok sevdiğim "Huzursuz Beyin" dergisinin kelimelerini paylaşmak istedim.
İfade etmek istediklerimizi, içinde bulunduğumuz durumu, nokta atışı saptamalar ile belirtmiş.
Tam da bu işte olmamız, yapmamız gereken.
İçimizdeki ben'imizi bulmak.
Cesaretimizle, sağduyumuzla tanışmalıyız artık.
Silkinip ben'imize gelmeliyiz.
Vakti çoktan gelmişti, geçti bile...
Sevgiyle ve güvenle kucaklıyorum hepinizi...