Fark yaratan iki gün

 

 

Geçen yıl, o büyük işçi ayaklanmasının, yani 15-16 Haziran’ın ilk gününde ‘direnmek’ kelimesinin başlıkta yer bulduğu, ikinci günü için de ‘siyasetin izleri’ başlığıyla yazı yazmıştım.

Biri, ülkemizdeki işçi sınıfının tarihsel sürecini anımsatması açısından önemliydi. İkincisi ise 7 Haziran seçimleri sonucu ortaya çıkan siyasi tablonun gelecek açısından ne tür bir değer taşıyacağına ilişkindi.

Aradan bir yıl geçti, ama geçen yılın ilk günü için yazdığım yazının nesnel yaşamda şartlarını oluşturan çerçeve pek değişmedi. İkinci yazının içeriği başta olmak üzere ülkede yarattığı atmosfer ve bıraktığı izler açısından çok şey değişti.

Geçen yılın 15 Haziran’ı yazıma, metal ve otomotiv sektöründeki işçi ayaklanması damgasını vurmuştu.

O süreç yaşandı, ama sonuçları itibarıyla sürecin hala bitmediği biliniyor.

İş güvenliği ve işçi sağlığı açısından yaşanan olumsuzluklar ile örgütlenme hakkı önündeki engeller halen yerli yerinde duruyor.

Bir yıl önce 15 Haziran’da yaşanan o direniş sonlandırıldığı anlarda, kamuoyuna yapılan açıklamalarda uzlaşmanın sağlandığı ve bu eylemler dolayısıyla işçi çıkarımı olmayacağı sözü verilmişti.

Ama, öyle olmadı, tam tersi yaşandı…

İşçiler, “Bir arkadaş daha işten atılırsa fabrikada şalter inecek” dedi ama bu söylem kaba biçimiyle ‘’işverene tehdit’’ olarak algılanmaktan öte bir anlam kazan(a)madı.

Sonraki günlere elbette ki siyasetin izleri damga vurdu.

Ülke insanı, 7 Haziran seçimlerinde ‘evet’ mührünü çok farklı değerlendirmelerin yansıdığı biçimde kullandı.

Biraz etnik tercih, biraz dini tercih, çokca da birikmiş sıkıntıların öfkesi ve politik tercih yansıdı o oy pusulalarına.

Bunun sonucu, ülkeyi 13 yıldır tek başına yöneten ve 2023 vizyonu diyerek toplum üzerindeki prangaları sağlamlaştıracak adımlar atmanın yolunu arayan AKP’ye ve temsil ettiği sermaye siyasetine dur denildi, ama 1 Kasım’a kadar.

Fark yaratan o iki günden ikincisini, sermaye sınıfı içine sindiremediği için iktidar gölgesinde katliamlar yapılmasına, içte ve dışta gerginliği tırmandırmaya yeşil ışık yakınca, olanlar oldu.

İşçiler ve emekçiler, ardı ardına çıkartılan yeni yasalarla önemli hak kayıpları yaşadı. Ücretlerde gerileme dönemi yaşanmaya başladı ya da işçi ve emekçiler, enflasyonun altındaki ücret artışlarına ‘evet’ demeye mecbur bırakıldı.

Toplumu yeniden ya da ‘Yeni Türkiye’ formatına göre yeniden dizayn etmek için sosyolojik ve psikolojik etkisi üst düzeyde olan yaptırımlar gündeme geldi. Nihayetinde topluma korku salıp, sessizleştirme ve etkisizleştirme operasyonları yapıldı.

Gelinen nokta ortada…

Aradan bir yıl geçti ve farklı o iki günün tarihsel mirasıyla değerlendirilmesine, kazanımlarına sahip çıkılmasına bile izin verilmedi.

O yüzden, mevcut kazanımları korumak için öncelikle yeniden laikliği kazanmak gereği orta yerde duruyor. Bunun için de kesintisiz mücadele gerekiyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin, ağırlıklı olarak bu başlığa çubuk bükmeleri lazım. Aksi halde, yeni dönemin utanç verici başlığı, işçi sınıfı ve emekçiler adına ‘mücadeleci karakter’ yerine ‘boyun eğen kalabalık’ tanımlaması olacak.

Ülkeyi AKP’nin gericileştirme operasyonundan kurtarmanın yolu, kararlı mücadele sürecinden geçecek. Bu yüzden de, yaz ayları çok sıcak geçecek. Hazır mıyız ?