Bu yazım da iki büyük roman kahramanından söz edeceğim. Biri Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’ isimli romanın kahramanı Raskalnikof diğeri de Fransız romancı Victor Hugo’nun ‘Sefiller’ romanının kahramanı Jan Valjean. Bu iki romanın da yazarları ölmüştür ama sözünü ettiğim roman kahramanları yaşamaktadırlar. Jan Valjean’ı dünya, kız kardeşinin aç çocukları için bir fırından bir ekmek çalmasından tanır. Bu bir ekmek için dönemin Fransız hâkimleri tam 20 yıl ceza verirler. Jan Valjean yaşıyor diyorum çünkü günümüzde dünyanın her yerinde aç oldukları için fırınlardan ekmek çalanlar var. Epey bir zaman önce ülkemizde pasta çaldıkları için cezalandırılan çocuklar vardı, kısa bir zaman önce ülkemizde askıda ekmek gibi bir uygulama vardı. İnşallah bu yazılar bir işe yarar ve insanlar bu romanları okurlar. Gerçekten okunması gereken romanlar bu romanlar. Önemleri bu yazarların öngörülerinden geliyor. Shakespeare ortaya çıkmadan İngilizlerin dilleri çok zayıf, edebiyatları sıfırdır. Balzac’tan önce Fransızların da edebiyatı çok zayıftır. Türkiye'nin edebiyatını da dünya Yaşar Kemal ile tanınmıştır. Her konunun varlığı, iyiliği ve kötülüğü tartışılır ama eğitimin ve okumanın önemi tartışılmaz. Okumak ve eğitim iyidir, bir kimse eğitim kötüdür diyemez ama iyiliği kötülüğü tartışılır. Aklın yolu bazen 1 bazen de bin bir olur. Okumak da aklın yolundan biridir. İnsanı insana açtıran, yaşamı güzelleştiren ve ömrü uzatan okumaktır. Anadolu insanının dünyaya örnek olabilecek çok güzel adetleri vardır. Misafirperverdir, kadirbilir, Sevgi doludur, yardımlaşma, yoksula yaklaşma ve iyilik bilme konusunda dünya eline su dökemez ama şu okuma düşünme konusuna gelince çok zayıftır. Bu konuda da direnirse halk olarak açlıktan, yoksulluktan ve sıkıntılardan asla kurtulamayız. İnsanlarla tartışırken çoğu edebiyat yapma diyorlar, buna çok üzülüyorum edebiyatı önemsiz boş söz olarak algılıyorlar. İnsan anasından doğarken iyi olarak doğuyor biraz büyüyüp hayata karışınca kötüleşiyor, bence insanı kötüleştiren en başta özel mülkiyet, para, açlık ve işsizlik. İnsanın ahlakını bozan, vicdanını zararlı hale getiren, iki yüzlü eden ve insanlıktan çıkaran özel mülkiyet; kardeşi kardeşe, yurttaşı yurttaşa düşman eden özel mülkiyet. Bir tarafta ağalar, beyler, asiller ve toklar diğer tarafta köleler, ırgatlar, açlar, hastalar ve evsiz barksızlar. Bu ülkede insanı bu hale getiren bu Allah'ın belası özel mülkiyet yok olmadıkça bu ülkeye demokrasi falan gelmez. Demokrasi gelecek diyenler özel mülkiyeti oradan çıkarma mücadelesi vermesi gerekiyor. Öte türlüsü demokrasi laf olmaktan ileriye gidemez. İçinizde hiç emanet hayat yaşayanlar var mı? Şimdi emanet hayat mı olur diyorsunuz, olur tabii. Ben yaşadım. Babam ortaokula kaydımı yaptırırken okul müdürüne, “Müdür Bey bu çocuğun eti senin kemiği benim.” demişti. Beni müdüre emanet etmişti, bu sözlerin ne anlama geldiğini yıllar sonra anladım. Böyle bir eğitim sistemi olur mu? Olur. Eskiden kızını kocaya verenler de oradan cenazeden çıkar diyordu kızlarına. Bu mantık bugün hala var mı bilmiyorum. Babamın beni emanet ettiği müdürün yüzünden okulu bıraktım. Dostoyevski yattığı esir kampından kardeşine yazdığı mektupta, “yaşam her yerde yaşamdır” der. İnanın hayatımın büyük bir kısmını saatleri sayılı olarak gibi yaşadım. Azrail’le karşı karşıya olanlar zamanlarını boşa harcamazlar. O saatlere kadar çeşitli nedenlerden dolayı söylemedikleri şeyleri söylemeye çalışırlar. En hayati şeyleri itiraf eder, herkese sevgi gösterir, iyilikte bulunurlar. Tıpkı benim zaman zaman itiraflarda bulunduğum gibi. Bazen kendimi kapana düşmüş bir kurt gibi hissediyorum yaş 70'e geldi, benim de çoğu insanlar gibi maskelerim vardı, kuruntularım vardı, başkalarına yaptığım kötülükler vardı. Hepsini itiraf ettim ve inanın çok rahatladım yaşadığım ülkeyi ve halkımı çok seviyorum. 70 yıldır ülkeme demokrasi gelecek diye bekledim, gelmedi çünkü halkımın demokrasi bilinci yok yönetenler de demokrasi istemiyor. Bir yüz yıl daha bu ülkeye demokrasi filan gelmez halk ne zaman edebiyata ilgi gösterir o zaman demokrasi olur.