Olayları kişiselleştirip, sonra da kişi üzerinden varsayımlar üretmek, ardında da yazı yazmak hiç adetim değildir. Bundan böylede olmayacaktır.
Ama, elbette ki istisnalar hariç…
Bu istisna isimlerden biri, 2006 yılından beri aynı isimdir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu’ndan söz ediyorum.
İlk kez 2006 yılı sonlarında kendisi hakkında yazı yazmış, ‘’demokrasiden nasibini almamış bir bilim insanı’’ demiştim. Bu ve benzeri birkaç yazı üzerine fırtınalar kopartan Sezer Şener Komsuoğlu, yazılarımın yayınlandığı Kocaeli Demokrat Gazetesi (Bugünkü adıyla Demokrat Kocaeli Gazetesi) idari binasına adeta bir baskın düzenlemişti.
‘’Bu yazıları yazan adam burada mı?’’ diye bağırarak, bilim insanı nezaketinden çok uzak ifadeler kullanmakta sakınca görmemiş, ben de bunun üzerine kendisini uyarmak zorunda kalmıştım. Sözlü saldırılarını sürdürmesi halinde, gazetedeki ziyaretini sonlandırmak zorunda kalacağımızı da kendisine iletince iyice çileden çıkmış, işi tehdit boyutuna vardırmıştı.
Yani, demokratlıktan hiç nasiplenmediğini ortaya koymak için her fırsatı değerlendirir bir tavır içindeydi. O yüzden, hak arayışı içinde olan işçilere saygı göstermesini bekleyenlerin hep yanıldığını söyler dururdum.
Nitekim, kendisinden bekleneni yaptı ve emeğinin karşılığını arayan işçileri ‘’polise şikayet’’ ederek, onların bir travma yaşamasına neden olmakta sakınca görmedi.
Öyle ya, artık rektörlükte son günleri. Gerçek yüzünü gizlemesine de gerek kalmadı. Artık, nasıl olsa hiçbir öğretim görevlisinden oy istemeyecek, onlara ‘’beni seçin’’ demeyecek, seçim rüşveti dağıtmaya da gerek duymayacak….
Böyle bir durumda direnişçi işçiler de kim oluyor ?
Rektör için yeteri kadar sinir bozdular zaten.
Teslim et polise gitsin…
İşin özüne gelelim.
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası üyesi taşeron işçilerinden 5’inin işten çıkartılmasıyla başlayan eylemler, rektör hanımın tahammülsüzlüğünden nasibini almaya devam ediyor.
Pankartlarla sorunlarını anlatmak için 3 aya yakın bir süredir hastane bahçesinde bekleyişlerini sürdüren işçilere rektörün daveti üzerine polis müdahalesi oluyor, işçilerin ellerindeki pankartlar alınıp yırtılıyordu. Pankartlarının alınmasına engel olmaya çalışan iki işçi de gözaltına alınıp, bir süre sonra serbest bırakılıyor.
Rektör hanımın bir bardak suda kopardığı fırtınaya bakar mısınız ?
Gittikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça saldırganlaşıyor…
Öyle ki, protokol sıralarında gördüğü hoşgörü ve yakınlığın onda birini ne personelinden ne de halktan görebiliyor. İşte, bu durum kendisini adeta çıldırtıyor, güç olmaktan çıkan kontrolsüz gücünü devreye sokmakta sakınca görmüyor.
Kendisine, iki farkı çağrı yapılmış ve ikisi de altı dopdolu çağrılar.
Gözaltına alınan işçilerden Selçuk Öztürk, “Sorunların çözümü konusunda sorumluluk almayanlar, başlarını kuma gömerek taşeron işçi gerçeğini yok sayanlar şimdi direnişimize saldırarak gerçek yüzünü göstermiş oldu” diyor.
DİSK Bölge Temsilcisi Vedat Küçük ise, “Rahmetli eşinizin size bıraktığı emaneti kirletmeden sizden sonrakilere bırakabilseydiniz” sözleriyle daha naif bir mesaj veriyor.
Tabi, anlayana…
Bu mümkün mü ?
Hiç sanmıyorum…
Ama, başka bir gerçek, zaten çakma demokratların bunu yapacak reflekslerinin olmayışıdır.