Ekonomik kayıplar

 

Eğitimciler, eğitim emekçileri, bir ülkenin geleceğini hazırlayanlardır. Çünkü, onların yetiştirdiği çocuklarımız, ülkenin geleceğini de ellerine teslim edeceğimiz en yüce değerlerdir.

Ancak, bu kadar önemli bir görevi üstlenen eğitim emekçilerinin, insanca yaşam koşulları da mutlaka sağlanmalıdır. Yani, bir eğitim emekçisi, geleceğimizi teslim edeceğimiz çocuklarımızı yetiştirirken, ailesini geçindirmek ve onların sosyal ihtiyaçlarını karşılamak ya da karşılayamamak ikilemi içerisinde sıkışıp kalmamalıdır.

Ücretli çalışanların yıllar içinde yaşadığı ekonomik kayıplardan etkilenmiş olmaları kabul edilemez. (Diğer kamu çalışanlarının ücret kayıpları da elbet kabul edilebilir değildir)

Eğitim emekçileri, özetle rahat olabilmelidir…

Ama, bir de gerçekler var;

2015 merkezi bütçe tasarısı, tıpkı geçmiş yıllardaki gibi başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu hizmetleri alanında yaşanan ticarileşme ve piyasalaştırma uygulamalarına paralel bir mantıkla hazırlanmıştır.

2015 eğitim ve yükseköğretim bütçesi, önceki yıllardaki bütçelerin kopyası sayılabilecek bir anlayışla, eğitim sisteminin ve yükseköğretimin en temel ihtiyaçlarını görmezden gelen, sadece zorunlu harcamaların dikkate alındığı bir içeriktedir.

Oysa, son 12 yılda, öğretmenlerin satın alma gücü belirgin biçimde azalmıştır. AKP iktidarları döneminde, eğitim emekçilerinin ile diğer kamu emekçilerinin maaşları arasındaki fark giderek açılmıştır. (Bu konuda yapılacak bir değerlendirmenin, elbette ki diğer kamu emekçilerinin aldığı maaşların yeterli olduğu anlamına gelmeyeceği bilinmelidir)

Şöyle ki;

2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen, aynı durumdaki polislerden sadece yüzde 4 daha az maaş alıyorken, bu aralık 2014’te yüzde 32’ye çıkmıştır.

2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin maaşı uzman doktor maaşından yüzde 43 daha az iken, söz konusu açık bugün yüzde 90 seviyesine çıkmıştır.

2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen, kamuda çalışan avukatlardan yüzde 34 daha az maaş alırken, bugün için fark yüzde 88’e çıkmıştır.

Bu yüzden, KESK’e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (EĞİTİM-SEN) taleplerine kulak verilmelidir. O talepleri, şöyle özetleyebiliriz…

-Eğitim emekçilerinin ekonomik kayıpları acilen karşılanmalı ve sefalet ücreti dayatmasına son verilmelidir.

-MEB ve yükseköğretim bütçelerinin milli gelire oranı en az iki katı kadar artırılmalı, OECD ortalamasına çıkartılmalıdır.

-2014 yılı enflasyon farkı ve ekonomik kayıplar, ek dersler başta olmak üzere tüm ek ödemeler ücrete ve emekliliğe yansıtılmalıdır.

-2015 yılında aile ve çocuk yardımı başta olmak üzere sosyal yardımlar sembolik olarak belirlenmekten çıkarılmalı, ihtiyaç kadar artış yapılmalıdır.

-Eğitime hazırlık ödeneği sadece öğretmenlere değil tüm eğitim ve bilim emekçilerine yılda iki kez en az bir maaş tutarında ödenmelidir.

-Öğretmen, akademik personel, memur ve yardımcı hizmetli açıkları kapatılmalı, en az 300 bin öğretmen, 50 bin yardımcı hizmetli atanması acilen yapılmalıdır.

-Tüm eğitim ve bilim emekçilerine, insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşulları sağlanmalıdır.

Bu taleplere dikkatle baktıktan sonra, eğitim alanında AKP hükümetlerinin sahip olduğu ‘’piyasacı’’ anlayışla, EĞİTİM-SEN’in sahip olduğu ‘kamucu’ anlayış arasındaki mücadelenin her geçen gün daha da kızışacağını söylemek olasıdır.

Haziran sıcağı yakmaya devam edecek gibi…