Çocuklarımız eğitime başlamadan önce ailede eğitiliyorlar. Bu bakımdan aile ortamındaki sosyal ve kültürel bilinç çok önemli çünkü çocuklar evlerinde aldıkları bu bilince göre şekilleniyorlar. Hayatlarının her devresinde önlerine çıkıyor ve iyi ve kötü anlamda etkiliyor. Bununla da kalmıyorlar, çocuklar aile ortamında gördüklerini duyduklarını ve yaşadıklarını direk topluma taşıyorlar. Kültürlü özgüvenin olduğu ailelerden çıkan çocuklar toplumu da buna göre şekillendiriyorlar. Yani bir toplumun gelişip dönüşü güncellenişi çocukların ve ailelerin yaratıcı güvenine bağlı…
Ailelerin ve çocukların toplumu etkileme gücünü ben kendi aile ortamımdan ve okulda ki durumumdan biliyorum. Ortaokulda sınıfın haylaz öğrenciler grubundaydım. Sınıfın en arka sıralarında oturtulmuştum. Sınıf öğretmenim ve okul müdürü böyle buyurmuştu. Çünkü öğretmenlere çok soru soruyor, sınıfta hararetli tartışmalar yaratıyor, öğretmenleri eleştiriyordum. Sınıfta söyleyecek sözü olan öğrencilerdendim. Bütün bu davranışlarım ödül olarak sıfır not aldırtıyor ve sınıfta kalmama neden oluyordu. Daha ortaokulda iki yıl üst üste sınıfta kaldığım için okuldan kovuldum. Zaman zaman keşke annem bilgisiz, beceriksiz, edilgen bir kadın olsaydı derim. Okula başlamadan önce annem hayatın hassasiyetlerini öğretmişti.
Hayat kendisini benimseyenlere, kendisine katkı sunanlara, anlam katanlara kendisini cömertçe açar ve hayatın bilinmeyenleri hakkında tüyolar verir. Hayat en büyük öğretmendir. Okuyan, düşünen, paylaşan insanları besler, onların yaratıcı güçlerini keşfeder. Bu cömertliğini Türkiye’de ünlü piyanistimiz Fazıl Say göstermiştir. Atatürk’ten sonra dünya Türkiye’yi Fazıl Say ile tanıdı. O bir dahi. Onun yaptığı müzikte ruh ve sinir hastalıkları terapi ediliyor. Sağlıklarına kavuşuyorlar. Fazıl Say’ı tanıdıktan sonra ailesini tanıma fırsatım da oldu .Bu yüzden toplumun şekillenmesinde ailenin bilinçli olması çok önemli.
Bir aile de müzikle, dansla, tiyatroyla, sinemayla, sporla ilgili şeyler konuşulmuyor. Çocuklar sanata yönlendirilmiyor, desteklenmiyorsa o ülkenin çocuklarının oluşturacağı toplum hissiz, duygusuz, duyarsız bir toplum olur. Ünlü yazar Çetin Altan “köylüler ne zaman piyano çalmaya başlarsa Türkiye’ye de o zaman demokrasi gelir” demiş. Müzik bu kadar önemli işte. Önemli olmamış olsa çocuklarımızın doğum günlerini , başarılarını , düğünlerini müzik eşliğinde kutlamayız. Müzik dediğimiz zaman üç beş şarkıdan türküden söz etmiyoruz. Rüzgarın, yağmurların, tipinin, kuşların ve tüm börtü böceğin sesi müziğin birer unsurlarıdırlar.
Müziğin insan üzerinde çok gizemli bir etkisi var. İnsanın ruhunu dindirmesi anlatılacak bir şey değil. Bu güç öyle bir güç ki birini rahatlatıp mutlu olmasını sağlarken başka birinin ruhunu parçalıyor, yaralarını kanatıyor. Yani birini akıllaştırırken başka birini çıldırtıyor. Aklıma gelmişken müzik jürilerini düşünüyorum. Gerçekten böyle hassas bir konuya jürilik yapan bu insanlar müzikten anlıyorlar mı? Müzik kulakları var mı? Gerçekten çok önemli .Ezan okunurken köpekler uluyor ya , köpeklerin bu seslerine hayran olurum. Ruhum burkulur. Köpeklerin bu sesleri bana çok anlamlı gelir. Hayvanların çıkardıkları seslerin büyük anlamları var. Ya açtırlar ya eşlerinden veya sahiplerinden ayrılmışlardır veya üşümüşlerdir. Ben bu işin otoritesi değilim. Ben duygusal manada bir şeyler yazmaya çalışıyorum ama müziğin insanı terapi etmesinde ki ayrıntıları biliyorum. Hastalara önce bir enstrüman çalmayı öğretiyorlar. Davul zurnayla halk oyunları oynatıyorlar. Çok güzel seslerle söylenmiş insanın duygularına hitap eden şarkılar ve türküler dinletiyorlar. Farabi’nin , İbn-i Sina’nın ve Mevlana’nın bu konularda çok önemli çalışmaları var. Ben şahsen hayvanların ve doğanın çıkardığı doğal sesler daha çok etkiliyor. Zaman zaman imkan bulduğumda bir ormana ya da bir mağaraya gider oradaki çıkan sesleri dinlerim…