Ülke, toplumsal sorunlar yumağı içinde. Bu sorunlar, kuşaklara mal olacak bir gelecek sorunu aynı zamanda. Bu sorunlar yumağının ilk sıralarında eğitim alanındaki ciddi kriz yatıyor.
AKP iktidarı ülkenin altyapı sorunlarını, eğitim ve sağlık gibi alanların gelişmemişliğini piyasacılığın atılım basamaklarından biri olarak kullandı.
Bu hafta okulların açılması vesilesiyle, pandemi sürecinde iyice görünür olan eşitsizliklerin eğitimdeki yansımalarını konuşmakta fayda var.
Eğitim Krizi Nasıl Geldi?
Eğitim ve sağlık gibi en temel iki kamusal hizmet, 12 Eylül sonrasının Türkiye’sinde, tıpkı dünyanın geri kalanında olduğu gibi piyasalaşmanın başat konularından oldu.
AKP iktidarının toplumu zorla muhafazakarlaştırma dönüşümünün bir parçası olarak eğitim zaten ideolojik olarak baştan aşağı değiştirildi; zaten sınırlı olan niteliği de ortadan kaldırıldı. Zorla İmamhatipleştirme ile yoksul emekçilerin çocuklarının doğrudan bu okullara gitmek zorunda bırakıldığı bir sistem yaratıldı. Bu, işin ideolojik-politik kısmı. Bu dönüşümü AKP tek başına yapamazdı. Eğitimin kalitesizleştirilmesi ve niteliksizleştirilmesine paralel olarak özel kolejler ülkenin her yerinde baş gösterdi. Zaten sınav odaklı eğitim sisteminin yarış mantığı dershaneler gibi paralı ek eğitimleri zorunlu kılıyordu. Ancak şu an geldiğimiz noktada eğitim resmen kolej patronlarının çıkarlarına hizmet edecek şekilde işliyor.
Okullar temizlik gibi en temel giderleri bile döner sermaye adı verilen sistemle kendisi karşılamak zorunda. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinin önemlice bir kısmı kolejlere teşvik olarak veriliyor: kişi başı 4-5 liraya varan teşvik ödemeleri ile devlet, kolejleri özendiriyor. Yani kaynak var ama bu kaynak eğitim patronlarına akıtılıyor. Saatlik ders ücretleri ile geçinmeye çalışan öğretmenler, ataması yapılmayan öğretmenler, laboratuvar yüzü görmeden büyüyen öğrenciler, niteliği yerlerde sürünen müfredat AKP için sorun değil. Çünkü emekçi çocuklarının, yoksul çocuklarının okuması ve öğrenmesi zaten pek de istenmiyor. Çok umurlarında değil. Nasılsa durumu kotarabilecek az sayıda öğrenci bir şekilde kendi zekası ile aradan sıyrılacak; parası olan en iyi imkanlarla okuyacak. Sisteme sömürülecek milyonlar lazım. Açlık sınırının altına düşmüş olan ücretlere çalışmaya zorlanan insan lazım. Milli Eğitim Bakanı’nın kolej patronu olduğu bir ülkede başka bir şey de beklenmez zaten.
AKP belki eğitimi yap-boza çevirmiş, iyice eline yüzüne bulaştırmış olabilir ancak bu ülkenin egemenlerinin/burjuvazisinin gözünde hızlı ve kolay yoldan para kazanarak voleyi vurma amacıyla son derece uyumluydu bu hedef. Nitelikli bir gelişimi olmayan, nitelikli iş gücüne de ihtiyaç duymaz. Nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymuyorsan eğitimin kalitesizleştirilmesini dert etmeye de gerek yoktur. Yani kısacası Türkiye’deki çarpık düzen, eğitim sisteminde de buraya vardı.
Bu eğitim sisteminde emekçi çocukları ucuz işgücü olmak için hazırlandı.
Hakları yok edilen eğitim emekçilerinden, yoksul ve geleceksiz bir eğitimciler ordusu yaratıldı.
Yoksul aileler ise çocukları “okusun” diye çabaladı durdu.
Öyle rezil bir düzen ki…
Pandeminin Katmerli Etkisi
Pandeminin en başından bu yana eğitime iki şey damgasını vurdu: plansızlık ve eşitsizlik.
En başından beri ne öğretmenler ne öğrenciler ne de veliler sürece dair önünü görebiliyor.
AKP’nin, göstermelik bir EBA sistemi kurması dışında ortada hiçbir şey yok. Eğitim Sen’in gerçekleştirdiği Pandemi Koşullarında Eğitim Araştırması eğitimdeki eşitsizlik makasının nasıl ardına kadar açıldığını gözler önüne seriyor:
- EBA üzerinden yürütülen canlı derslere katılım, birçok okulda %15-20 dolaylarında kaldı.
- 18 milyon öğrencinin 6 milyonu uzaktan eğitim için gerekli olan internet ve tablete erişemedi.
EBA’nın sık sık çöktüğü, EBA TV’nin tüplü televizyonlarla uyumlu olmadığı düşünüldüğünde AKP’nin tek icraatının da fos olduğu ayan beyan ortada.
Müfredatın uzaktan eğitimle uyumsuz olması ve iktidarın eğitime dair hiçbir planının olmaması ortaya nur topu gibi bir eğitim krizi çıkardı. 8. ve 12. sınıfların sınavlarına dair belirsizlik sürüyor. Pandemi döneminde derse katılım üzerinden verilen notların Orta Öğretim Başarı Puanı olarak kullanılmaya devam edilecek olması, interneti bile olmadığı için derse giremeyen öğrencilerin çoktan gözden çıkarıldığı gerçeğini gözümüze çarpıyor.
Pandemi döneminin bütün yükü ailelerin ve öğretmenlerin sırtına yüklendi.
Tek bir öğretmen bile aşılanmadan okullar açılıyor.
AVM’leri kapamaktan imtina eden, patronlara zeval gelmesin diye emekçileri iş yerlerine süren iktidar, okullara hiçbir zaman öncelik vermedi. Adeta kayıp bir öğrenci kuşağı ortaya çıktı. Yoksul emekçilerin yaşadığı derin eşitsizliği zerre umursamayan iktidarın kolej patronları konusundaki ivecenliği gözleri yaşartmıştı: Mart ayında okullar kapandığında AKP ilk iş, özel okullardan kaçışı engellemek için nakil işlemlerini durdurmuştu.
Ne diyelim, sistem patronlara çalışıyor.
Genç kuşakların ve emekçi halkın biriken öfkesi elbet kendisini ifade eden kanallar bulacaktır.
O öfkenin bu köklü ve yapısal sorunları nasıl değiştirebileceğini bugünden siyasal programla ifade etme görevi de biz sosyalistlere düşüyor.