CİLAVUZ OKUMADIYSA
NE SAYIYORSUN BANA?
Damat gelir, müstakbel damat adayı annesi babası der ki: “Bizim oğlan Cerrahpaşa’da okudu. Şurada okudu, burada okudu.”
Kızın annesi dinler, dinler, dinler..
Cilavuz’u duymayınca, “E, Cilavuz?” demiş: “Cilavuz okumadıysa bunları niye sayıyorsun bana?”
Yani okulun böyle bir kıymeti var. Neden var?
Çünkü biz bunu hiç içindeyken fark etmemişiz. Ben şimdi fark ediyorum.
Gazeteci Yazar Deniz Zeyrek, CHP Gebze İlçe Örgütü’nün geçen hafta bugün gerçekleşen panelinde ikinci konuşmasını Cilavuz Köy Enstitüsü temelinde köy enstitülerini ve isim babalığını yaptığı; Yapımcı Yönetmen Çağatay Taşkın Yamen’in “Son Enstitülüler” belgeseline değindiği bölümde sözlerine yukarıdaki yaşanmış hikaye ile başladı: Cilavuz okumadıysa ne sayıyorsun bana?... Sonra şöyle devam etti:
KAFAMA VURUR GİBİ…
“Yaklaşık 2 bin metre rakımda bir Anadolu'da küçük bir kasabada yaşıyorsunuz. Böyle 9 ay kış. Ben 29 Ekim’de spor salonunda büyük davul çaldığımı hatırlıyorum. Her tokmağa davula vurduğumda kafamda hissediyordum öyle bir şey olurdu kapalı salonun içinde davul çalmak.
ÇATIR ÇATIR GEÇİYORSUNUZ…
O koşullarda okuyorsunuz ama oradan çıkıyorsunuz. Geliyorsunuz Ankara'da bir üniversitede, yanınızda TED Koleji'nde okuyan öğrenci işte Kabataş Lisesi'nden gelen öğrenci Fransız okulundan gelen öğrenci, onlarla çatır çatır rekabet rekabet ediyorsunuz.
O bazen geçiyorsunuz onları, bazen geride bırakıyorsunuz. İşte bunu biz biraz o okula borçluyuz.
Bunu biz, bizden önceki kuşakların o okullarda okuma yazmanın ne kadar önemli olan bir şey olduğunu kavramalarına ve bizim kuşağa aktarmalarına borçluyuz.
FIRSAT EŞİTLİĞİ VARDI…
Her şeyden önemlisi fırsat eşitliği denilen yani sosyal devletin insanlarına sunduğu en önemli özelliklerden biri fırsat eşitliğinin kaynağı olmasına borçluyuz. Biz orada okuduk. Şimdi Taşkın’ın eline ne verseniz oradan bir melodi çıkartır. Hangi enstrümanı verirseniz çalar. Bunu nasıl ortaya çıkardık. O okulda bize kalan piyano, akordeon, keman ve plaklar vardı. Hala sergiliyorlar, müze yapmışlar.
Ben resim yapıyordum. O okulda bir resim atölyesi vardı. Neredeyse, bir sınıftaki herkese bir şövalye düşüyordu.
Geçenlerde orada 19 Mayıs töreninde çekilmiş bir fotoğrafı paylaştım. Orada bir Atatürk resmi tutuyordu insanlar. Bir tarafı 3 metre, bir tarafı 5 metre. O resmi biz merdiven koyarak boyardık. Yağlı boya ile biz öğrenciler yapmıştık.
Bunlar o kadar kıymetli şeyler ki biz içindeyken fark etmemişiz.
MEMLEKETTE SİNEMA
YOKTU, ENSTİTÜDE VARDI
‘Sinemaya ilk defa ne zaman gittin?’ diye mesela sorarlar. Memlekette sinema yoktu, gitme şansımız olmadı. Ama bizim okulda sinema vardı. Ortaokul bire başladığımızda gitme fırsatımız oldu. Bizden öncekiler zaten gidiyordu. Bunların hepsini o köy yerine, medeniyetin en uzağındaki yerleşim yerine köy enstitüsü taşıdı.
BÜTÜN PARSAYI ŞİMDİ ONLAR TOPLUYOR
Köy enstitüsünden çıkan öğretmenler bu sahip oldukları bilgileri, olanakları, imkânları Anadolu’nun en ücra köylerine taşıdılar. Köy enstitüsü ruhunun en büyük şeyi bu. Bu ülkede bugün fırsat eşitliği ki çok kalmadı artık maalesef, benim en çok üzüldüğüm şeylerden biridir. Çünkü artık bakıyorsunuz özel okulların öğrencileri bütün parsayı topluyor. En güzel okullara onlar gidiyorlar. Bir iki tane aşırı düzey çocuk çıkarsa köy yerinden onlar bir yerlere girmeye çalışıyorlar. Onun dışında bu fırsat eşitliği ortadan kalkmış vaziyette.
**
İktidara gelecek olan
eğitime neşter vurmalı
Onun için belki eskisi kadar köy yok. Köy enstitülerinin açıldığı dönemde nüfusun yüzde 85’i köylerde yaşıyordu. Şimdi nüfusun yüzde 15’i köylerde yaşıyor. Şu anda köy enstitüsünden bahsedemezsiniz. Köy yok ki enstitü kurasanız. Köylerde ilkokul kalmadı insanlar hep büyük şehirlere göç ettiğinden. Köylerde insan, çocuk kalmadı ki okul kalsın. Ama o ruh, o fırsat eşitliğini besleyen insanları Türkiye’nin her yerinden insanları eşit yurttaşlar olarak başka yerlere taşıyan o ruh yaşamalı. Bunun için bir formül bulmalı. Ben hep bunu söylüyorum, yazıyorum.
İktidara kim gelecekse gelsin ilk yapacağı iş eğitim meselesine neşter vurmak. Bu eşitlikçi sosyal eğitim ruhunu yeniden eğitim sistemimize kazandırmak.
**
Köy Enstitüleri yeniden
inşa ve üretim meselesidir
- S.A. Akçay - Bu söylediğinizi Atatürk yapıyor gerçekten. Yeni kurulmuş bir Cumhuriyet, savaşlardan çıkmış bir ülke var. Atatürk yurtdışına öğrenciler gönderiyor ki eğitmenler yetiştirebilelim. Bu da eğitim sistemimizde dönüşüm noktası olmuş. Köy enstitüleri de bir eşik ancak bir kırılma noktası olmuş ki köy enstitüleri kapanmış. O günlerden bu günlere köy enstitülerinin temel felsefesi neydi. Eğitim sistemiz hakkında o günlerden bugünlere nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?
Köy enstitüleri yasası çıkarken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kıran kırana tartışmalar yaşanmış. Hasan Ali Yücel bu meseleyi çok güzel anlatmış. ‘Neden buna okul demiyoruz da enstitü diyoruz’ diye izah etmiş. Oradan bir milletvekili itiraz etmiş. Aynen şöyle demiş: ‘Eşeğimin benden akıllı olmasını istemiyorum.’
Burada eşekten kast ettiği köylü.
Köy enstitüsü meselesi aynı zamanda siyasal bir duruş..
Köy enstitüsü meselesi imkânlarının çoğunu savaşta kaybetmiş bir ulusun yeniden inşası, yeniden üretim yapabilme meselesidir.
Köy enstitülerinden çıkan yazarlar o kadar büyük işler yapmışlar ki mesela Yaşar Kemal, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde dersler vermiş. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i mesela, o işte ‘eşeğinin’ kendisinden zeki olmasını istemeyen ağaların kurduğu sömürü düzenine başkaldırıyı anlatan ilk eserlerden biridir.
Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu; bunların hepsi köy enstitülerinden çıkmış ve hepsinin ortak noktası köylüyü artık o milletvekilinin dediği gibi görülmesine son verecek şekilde eğitmek hedefini önlerine koymuşlar ve çok da başarılı olmuşlar. Sadece okuma yazmayı öğretmemişler. Üretmeyi öğretmişler.
10 EKİM PAZARTESİ
Atatürk devrimleri eksik sayılıyor
Yaşama sevincimiz çalındı. Yeniden almalıyız
Yoksul ama neşeli günlerimizi özlüyoruz.
Otoriterler hep kederli toplum isterler