Kara günlerin karartılarla gelen kötü haberleri olur. Güneşli bir günde bahçeyi adımlarken sevimsiz bir bulutun araya girip yüzüne dokunan sıcaklığı söküp alması gibidir. Gitmemesi gibidir. Mutluluğunun devam etmemesi gibi…
Haber okumak için bilgisayarın başına geçtiğimde çıktı karşıma. Bir ses sanatçısının öldüğünden bahsediyordu gazeteler. Ki zaten uzun zamandır güzel haber vermemekteler. Beyaz saçlı beyaz sakalı bir adamın resmini iliştirerek ölüm ilanın yanına, beyaz başlı bir tırın mavi eski model bir arabayı nasıl parçaladığını gösteriyordu olay yeri fotoğrafları.
Bir halk sanatçısının bu zamansız ölümüne üzüldüm ama kim olduğunu bilmiyordum. Bu cahillik benim. Öyle yüzeysel geçti haberler ve resimler gözlerimin önünden. Geçti günler takvim yapraklarından. Erken uyanışlar geçti işçi duraklarından, sigara içişler geçti on çaylarından, akşam eve dönüşler geçti yorgun omuzlarımızdan. Yağmurlar yağdı hep o hafta. Sis bastırdı ve ben bu zamanlarda dinledim yüzlerce şarkıyı.
O şarkıda bunlardan biriydi. İlkay Akkaya seslendiriyordu umutla. ‘’*Sen halkımsın’’ diyordu. Yüzlerce kere dinlediğim bu şarkı ilk kez bende farkındalık yaratıyor, sözleri yüreğimi kasıp kavuruyordu. Merak ettim. Kim dedim bu güzel sözlerin yazarı? ‘’Alaaddin Us’’ yazıyordu şarkının söz kısmında. Kim bilir buna benzer nice şiiri vardır dedim. Okumak istedim. Onu tanımak istedim. Belki tanışırım dedim. İnternetten adını arama motoruna yazdığım an. O ara butonuna bastığım an, o sonuçlar karşıma çıktığı an kaynar sular döküldü başımdan. Beyaz saçlı beyaz sakalı bir adam, mavi eski model arabasıyla ölü çıkmıştı beyaz başlı bir tırın altından. Alaaddin Us’tu o, birkaç gün önce ölüm haberiyle karşıma çıkan.
İsmini duysak çoğumuz tanımaya biliriz. Ama Edip Akbayram’ın seslendirdiği ‘’Türküler yanmaz’’ türküsünü, İlkay Akkaya’nın söylediği ‘’Ah sensiz’’ ezgisini, Suavi’nin okuduğu ‘’Yaz gibi gel’’ şarkısını ne çok bilir, ne çok dinler, ne çok severiz. Kim olduğundan çok şarkılarının bilindiği, öldüğünün dahi fark edilmediği bir halk sanatçısını daha kaybettik. Yine başın sağ olsun bağlamanın telleri.
Tunceli’den Bursa’ya, Bursa’dan İstanbul'a göç eden bir ailenin üçüncü çocuğu Alaaddin. Çocukluğunun uzun bir dönemi İstanbul'da geçiyor. İşçilerin yaşadığı bir semtte şekillenmeye başlıyor. Bağlamayı aile içinde çalan büyüklerinden görüyor. Sonra belediyenin konservatuarına gidiyor ve askerlik sonrasında tersanelerde işçi olarak çalışmaya başlıyor. 8 sene kadar çalıştıktan sonra sadece müzikle uğraşmaya karar veriyor ve ayrılıyor. Bırakıyor her şeyi.
1994 yılının başlarında ‘Ateş Hırsızları’’ albümünü çıkarıyor. 1995 te kaybettiği annesine hitaben ‘Yurdumun Trenleri’’ albümünü yapıyor ve kendisini müzikle daha iyi ifade edebildiğini anlıyor. 1998 de ‘’Yaz gibi gel’’ albümü çıkıyor ve bu albüm onun deyimiyle onun toplumla arasında güzel ve çok önemli bir köprü oluyor. Daha sonra ‘’Salkım Söğüt-1‘ albümün de üç tane türküyle yer alıyor ve ‘’Nasihat’’ albümünü yapıyor. Peşiyle geliyor yeni albümler. Ve çıkarttığı albümlerinin yanı sıra Edip Akbayram, Suavi, Kızılırmak, İlkay Akkaya gibi sanatçılara da şarkılarını veriyor.
Egeye yerleşme hayalleri kurup bunu gerçekleştiriyor fakat Bornova’da kırmızı ışıkta durmayan bir kamyonun çarpması sonucu 60 yaşında hayatını kaybediyor. Türküler yanmıyor ama o türküyü yazan eller duruyor. Söyleyen diller susuyor ve ölüm, ölen kişinin öldüğünü bildiğin zaman gerçekleşiyor... Güle güle güzel insan.
*Kızılca kıyamet içinde / Kapanmaz yaramsın / Etimden ayrılan tırnağımsın / Uğruna serimden geçtiğim / Onulmaz derdine düştüğüm / Sen halkımsın/ … Yakılmış yıkılmışlığımsın / Ve hainliğimsin / Umutsuzca çaresizce / Ölmüşlüğümsün / Diyar diyar katar katar / Sürülmüşlüğümsün / Sen halkımsın / … Oy benim yüzü gülmeyenim / Oy benim gözleri görmeyenim / Oy benim deryayı bilmeyenim / Sen halkımsın…