Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları Hastanesi'nin önünde düşünen bir adam heykeli var. Bu hastaneye şöyle veya böyle yolu düşmüş herkes bu heykeli görmüştür ama büyük çoğunluk bir farkındalık oluşturmamış ve bu heykelin neden burada durduğunu merak etmemiştir. Merak etmek, hayal etmek, kurgulamak ve düş görmek çok önemlidir. İnsanın varlık nedenlerinden biri de bu duyarlılıklardır. Mesela bu heykel başka bir hastanenin önüne koyulmamış da bu hastanenin önüne konulmuştur. İşin asıl esprisi burada, bu hastanede aylarca tedavi görüp bu heykelin neden burada olduğunu merak etmeden gidenlerin olduğunu biliyorum. Ben bu heykeli bu hastaneye gelip gördüğüm ilk andan itibaren merak etmiştim. Bu heykel hastanenin işlevini ortaya koyan bir sembol. Bu heykel insanlara buraya tedavi için gelen insanlar düşünce insanlarıdırlar. Düşündükleri ve duyarlı oldukları haktan, hukuktan ve adaletten, eşitlikten yana oldukları için buraya tedavi olmak için gelmektedirler. Dünyada özgürlükleri sembolleyen milyonlarca heykel var ama içlerinde gerçekten özgürlüğü, düşünceyi ve insanın var olma nedenini anlatan en önemli heykel bu heykeldir. Hastanede bulunduğum o dönem sık sık gider, onunla hemhal olur ve ona itiraflarda bulunurdum. Gerçekten rahatlardım. İçinizde bu halime gülenler olacaktır, gülebilirsiniz elbette ama ben sizin gibi biri değilim, bunu da bilin. Ziyaretime gelenleri de götürüp onunla tanıştırmıştım. Annemi bile tanıştırdım, annem biraz sevinçle biraz üzüntüyle karşıladı bu durumu ama beni iyi tanıdığı için sonunda anlayış gösterdi. Allah sana yardım etsin, dedi hastanede tanıştığım insanlar. Hepsi de zeki, esprili ve yaratıcı kimselerdi. Bu insanlardan biri de Harun isminde genç bir adamdı, çok tuhaf davranışları olan biriydi. Sohbetin en derin yerinden kalkar giderdi. Doğmadan önce ölen kardeşinin ismini koymuşlar. Çok yanlış bir şey olmamasına rağmen Harun bu işi kafasına takmış, bu isim yanlışlığı onu bu hastaneye getirmişti. Harun sık sık o heykele gider ailesini şikâyet ederdi. Sakın olmaz demeyin, olur. İnsanlar farklı farklı mizaçlara sahiptirler, buradaki insanlar genelde iyi hoş insanlardır fakat kötü insanlar da var tabii. İçinde yalancı, iki yüzlü, kötü niyetli ve kibirli insanların olmadığı bir toplum yoktur. İnsanları bu hale getiren kötülüklerin başında elbette para ve özel mülkiyet vardır. Karayı ak, çirkini güzel, yanlışı doğru, yaşlıyı genç, korkağı yiğit, hırsızı, arsızı, akıllı, şerefli, onurlu, gösteren özel mülkiyet ve onun silahı paradır. Konumuza dönersek yani deliliğe ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf, deliler konusu her açıldığında delileri öldürmek gerek, diyormuş. Aksiliğe bakın kendisi de bir gün deliriyor ve beline bir taş bağlıyor kendini denize atıp intihar ediyor. Sanırım yazar bir gün delireceğini düşünüyormuş, söylediği o sözlerde bilinçaltının bilinç üstüne vurumuymuş. Çok yıllar önce “Nietzsche Ağladığında” isimli bir kitap okumuştum ve anlatılanlar bana çok ilginç gelmiş, gülmüştüm. Nereden bilebilirdim Nietzsche gibi delireceğimi? Toplum olarak biraz böyleyiz. Bizim için mücadele verenlere güleriz, deli deriz, asıldıkları, sürgün edildikleri ve başlarına büyük belalar geldiği zaman seviniriz sonra zaman zaman bu kötü işler bizim başımıza da gelir. O zaman da ağlar sızlarız. Neyse şimdi hem biraz gülelim hem de düşünelim seyredenler hatırlayacaktırlar Kemal Sunal'ın başrolünü oynadığı “Buzul Çözülmeden” isimli bir filmi var. Deli çavuş ve deli kaymakam var filmde. Bir tımarhaneden kaçıyorlar mevsim kış, bir kasabada kalıyorlar. Kasaba halkını, ağalar ve onların adamları baskı yaparak inim inim etmektedirler. Deli çavuş ile deli kaymakam işe el koyuyor, kasaba halkını firavunlardan kurtarıyorlar. Delileri anlamak tanımak istiyorsanız bu filmi bulun ve izleyin.