Dostoyevski'nin öteki isimli bir kitabı var sıkıntı basınca bunalıma girince raftan çıkarır okumaya başlarım. İlaç gibi gelir belki de ben öyle geldiğini sanıyorum. Beni rahatlatıyor, önemli olan da bu. Bu kitap bununla kalmaz psikolojik tedavi gördüğüm dönemleri ve doktorlara anlattığım hayat hikâyemi yeniden yaşatır. Öteki dediği şey yazarın farklı kişiliklerinden biridir. Kişiliği parçalanmış birinin hayat öyküsü anlatılır bu romanda. Bu adam Dostoyevski’nin kendisidir. Dostoyevski’nin roman kahramanları suç işlemeden, başlarını belaya sokmadan ve delirmeden duramazlar biraz bizim Sait Faik'e benzer. Sait Faik’in lüzumsuz adam adlı öyküsü Dostoyevski’nin öykülerine çok benzer Sait Faik öyküleri acıtıcı, eğlendirici ve düşündürücüdür. Psikiyatriye gittiğim ilk günü çok iyi hatırlıyorum. Psikiyatri çay söylemişti, çaylarımızı içerken konuşmaya başladı. Daha sonra, hadi şimdi sıra sende kimsin nerelisin buraya neden geldin ne derdin var söyle demişti. Kendi kendime ben kimim demiştim o güne kadar o güne kadar kim olduğumu hiç düşünmemiştim. Gerçekten ben kimdim ne derdim vardı? O arada, sen bir çobansın koyun çobanısın dedim doktora. Ben bir çobanım dedim ve çobanlığı anlattım doktor hepsi bu kadar mı annen baban kaç yaşında ne yer ne içersiniz okudun mu tahsilin nereye kadar hayattan çok isteyip de hayatın vermediği bir şey var mı evli misin evli isen mutlu musun eşin bu halini biliyor mu? gibi gibi bir sürü şey sormuştu. Ben de dilimin döndüğünce anlattım ama bir şey olmuştu kafama ben kimim sorusu takılmıştı. 20 yıldır bunun cevabını bulmaya çalışıyorum hala da bulamadım. İnsanın kim olduğunu bulabilmesi için kim olmadığını bulması lazım aslında. Bu sorunun cevabı diğer insanları bilmek için de daha tüm insanları bilmek için de sorulabilir. Bunu insanların gözlerini okuyarak da yapabilirsiniz. İnsan dosttur, insan düşmandır, kusurdur. İnsanın değiştiğini söyleyenler var insan değişmez değişen tek şey zaman ve mekandır. Bir de zamanı uyum sağlayan insanın bin bir kişiliğinden yalnızca biridir. İnsan doğduğu gibi kalır, doğduğu kişiliği ile ölür, insan iyidir, kötüdür, güçlüdür, zekidir, aptaldır, kibirlidir, temizdir, kirlidir gibi gibi. Bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin ne derse desin insan rüyasında gördükleriyle hayalleri ile düşleriyle yaşar. İnsanlar ilişkilerini bilimle değil duygularıyla kurarlar. Ünlü Rus yazarı Nekrasov savaş alanında ölü çocuğun üzerinde gözyaşı döken anneyi salkım söğüdüne benzetir. Ben bilimsel eserler de okudum ama beni en çok etkileyen annemin anlattığı cinli hortlaklı şeytanlı hikayelerdir. Böyle hikâyeler herkesi etkiler insanlar. Böyle hikayelerden etkilenme eğilimindedirler. Babaannemin anlattığı hikayelerden biri ölü sabunudur, çok eski zamanlarda ölüleri yıkadıkları sabunu daha sonra ateşe atarmışlar. Kadının biri sabunu atmayı unutmuş ve o sabunla yıkanmış önce her yerini yaralar basmış daha sonra da çıldırarak ölmüş. Babaannem sık sık ağlardı, nedenini sorduğumuzda neden ağlayayım der, kızardı. Tedavi gördüğüm bir psikiyatrinin odasında eşi tarafından tecavüze uğrayan bir kadın tanımıştım. Dertli ve bunalımlı insanları gözlerinden ve konuşmalarından tanırım Picasso’nun çizdiği yüzleri parçalanmış resimlerdeki gibi bir suratı vardı. Şimdi eşi tarafından tecavüze uğrar mı insan diyorsunuz uğrar, milyonlarca buna benzer olay yaşanmaktadır. İnsanları, özellikle kadınları öldüren en büyük dertlerden biri cahilliktir. İnsana özgü başka bir mitolojik öykü anlatmak istiyorum. Bir süre önce televizyonda Zabıta isimli bir film izlemiştim başrolünde Marlon Brando oynuyordu. Bir çatışmada zabıta ölüyor, köylüler başına toplanıp almıyorlar. İçlerinden biri, zabıta ölmez bu adam zabıta değil diyor. Herkes buna inanıyor hep bir ağızdan zabıta ölmez deyip adamın cesedini bırakıp gidiyorlar. Romanların Hz. İsa'yı yalnız bırakıp gitmeleri gibi yalnız bırakmasalardı ne olurdu sizce?