Ahmed Arif yazın ve yayın hayatında eşine az rastlanır şairlerden birisidir. Ama bu ‘’Eşine az rastlanır’’ olmak klasik bir övgüden ibaret değildir. Çünkü o şiirlerini aklında yazıyor, fikrinde değiştiriyor, düşüncesinde geliştiriyor fakat kaleme almıyordu. Ayrıca kaleme aldığı sayılı şiirlerini kolay kolay yayınlamıyor, yayınlanmasını istediği şiirlerini çok az sayıda dergiye gönderiyor, bu konuda seçici davranıyordu.
Şiirinin çıktığı dergiler çok satıp ikinci baskısını yaparken ve dergilerde yayınlanan şiirlerine büyük ilgi ve övgü varken tüm ısrar ve ikna çabalarına rağmen O, arkadaşlarına uzun süre bir şiir kitabı çıkarmayı düşünmediğini söylemekteydi. Onun için şiirin yazılı olarak basılması ‘’halkın huzuruna çıkartılmasıydı’’ ve şuan bunun için çok erkendi.
Örneğin Ahmed Arif, ilk şiirlerini Ankara da, üniversite okuduğu yıllarda Abidin ve Güzin Dino’ların evlerinde dar bir edebiyat çevresine okur. Dost sofralarında yapılan bu sanat buluşmalarında şiirleri beğenilir. Abidin ve Güzin Dino’dan Yaşar Kemal’e Orhan Veli’den Cahit Sıtkı Tarancı’ya kadar birçok sanat insanı Arif’e şiirlerini kitaplaştırması gerektiğini söylese de Arif bu talebi zamana bırakır.
Şair hassasiyetle yaklaştığı bu durumu yıllar sonra Refik Durbaş’a şöyle anlatır ‘’Ben şiirleri çok bekletirim. Mesela şimdi 20 yıldır hiç dokunamadığım şiir var. Öyle kalsın. Damıtılsın. Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm buluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben buna çok saygı duyarım.’’
Sonunda şair şiirlerini damıtmış ve onları aklından geçen olgunluğa ulaştırmıştı. Sıra en zor ve heyecanlı kısma; kitaba isim vermeye gelmişti. Yürek süzgecinden geçirdiği kitabının adına o dönem yaşadıklarıyla bağlantılı olarak duyduğu öfkeyle ‘’Dört yanım puşt zulası’’ koymak istemiş, bu düşüncesini arkadaşı Ali Özoğuz’la paylaşmıştır. Özoğuz ise fikre karşı çıkarak kitaba isim verirken yaşadıklarını bir tarafa koymasını, genç okurları olduğunu, onları da düşünmesi gerektiğin söyleyerek bu isimden vazgeçmesini şiddetle önermiştir.
Ahmed Arif de bu öneri karşısında arkadaşını haklı bularak kitabın adını ‘’Hasretinden Prangalar Çürüttüm’’ olarak güncellemiştir. Güncellemiştir fakat onu rahatsız eden bir şey vardır. Sevemediği, içine sindiremediği, kulağını tırmalayan bir şey… Oda ‘’Çürüttüm’’ dür. Bu kelimenin üzerini çizip yerine ‘’Eskittim’’ yazınca her şeyiyle aklına ve yüreğine sinen bir çalışmaya imza atar ve ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ olarak kitabın adını kafasında bitirmiş olur.
Sıra kitabın basım aşaması ve sonrasındadır. ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ kitabı 1968 yılında sesiz sedasız bir şekilde çıkmasına rağmen edebiyat çevresinde kısa zamanda çok büyük bir yankı uyandırır. İlgi görür, beğeni toplar. Bu ilginin karşılığı olarak da Bilgi Yayınevi tarafından gerçekleşen 1. Baskı kısa sürede tükenir. Ama ne gariptir 2. baskı gerçekleşmez. Çünkü yayıneviyle yapılan sözleşme gereği - ki Ahmed Arif bu maddenin farkında olmadığını, güvendiği için okumadan imzaladığını bildirir- ikinci baskı iki yıl sonra yapılır. Cem yayınlarından çıkan ikinci baskı ile kitap yeniden halkın huzuruna çıkarken kitap ilerleyen yıllarda baskı üzerine baskı yapar.