Yaşamını anlamlı hale getirende insandır. Yakıp, yıkanda insandır. Her şey insanın elinde. Tarihe baktığımız zaman göreceğiz ki medeniyeti getirenler insanlardır, yıkanlarda insanlardı. Birileri uygarlıklar kurmuşlar başka birileri de yakmış, yıkmışlar. Asırlar önce kolek
tif bir yaşam süren insanların içinden birisi çıkmış “ verimli bir toprak parçasını duvarlarla çevirip burası benimdir “ demiş. Kötülükler o günden başlamış kimselere faydası olmayan, böylesi çıkarcı, kötü insanları yazar erasmus şöyle anlatır: bunlar silik çıkarcı, insana saygısı olmayan sadece maddi konulara hayranlık besleyen kimselerdir. Yaşamak güzeldir ama başka insanlara saygı gösteren onları seven işlerini kolaylaştıran yani yaşamı paylaşanlar için güzeldir. Kendisini devamlı rahatsız eden üst
Komşusuna aziz nesin yazdığı mektupta. “ sevgili komşum beni rahatsız etmeye devam edersen, sanırım ailemi geçindirmek işi size kalacak. Ben ailemi yazarak geçindiren biriyim, beni daha iyi anlamanız için size imzalı bir kitabımı da gönderiyorum. En içten duygularımla. “ ertesi gün adam üzüntülerini bildirir ve Aziz nesinden özür diler. Hint prensi Tisso bir ormanda dolaşırken mutluluk içinde hoplayan, zıplayan geyik sürüsü görür içinde nasılda mutlular. İnsanlar neden böyle mutlu olmayı beceremezler ben neden böyle mutlu değilim, keşke bunlar gibi mutlu olsam hiçbir şeyim olmasa uyuyamıyorum, gülemiyorum insanlara kötülük yapıyorum prens Tisso’nun bu yakınması bana bu gün
Toplum olarak yaşadığımız mutsuzluğu hatırlattı. “Türkiye toplumu, mutsuz bir toplum” beynimiz, bedenimiz, hayallerimiz, duygularımız, fikirlerimiz arızalanmış. Birbirimizle konuşarak anlaşmaya olan inançlarımızı yitirmişiz. Anlatabileceğim öyle çok derdim var Karacaoğlan bir türküsünde “ üç derdim var birbirinde ayrılmaz bir ayrılık bir ölüm bir de yoksulluk der. ” becere bildiğim kadar ülkenin sorunlarını yazmya çalışıyorum düşündüklerimi, bildiklerimi ne gördüğüm eğitimden ne ailemden nede çevremden öğrendim ben her şeyi hastalardan, mapuslardan, sokaklarda yaşayan insanlardan ve okuduğum kitaplardan birde delilerden yani enkazla başlayıp, en kazla biten hkayalerden, romanlardan ve öykülerden öğrendim. Akıllardan, çıkarcılardan, kötü niyetli insanlardan hiçbirşey öğrenmedim.
Onlardan sadece haksızlık ve adaletsizlik öğrenilir. Şimdi hayatın sırlarını öğrendiğim bir deliden. Dilencinin oğlundan söz edeceğim Haydarpaşa GATA hastanesinin bahçesinde bir bankına oturmuş elinde ki deftere hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu. Arayıp bulamadığım adam hemen yanına oturdum neler yazıyorsunuz dedim? Deli deli şiir yazıyorum şiir hakkında konuştuk. Neşeyle koyu melankoli arasında gidip geliyordu. Zaman zaman sözlerini ettiğim o histerik tiplerdendi. Kısa zamanda kaynaştık birbirimizi sevdik deli deliyi Dakikada bulur derler ya. Sohbet sırasında benim babam bir dilenciydi dedi! Ülkede kırk yıl dilencilik yaptı. Dilenirken bir kış günü oturduğu bir duvarın dibinde kalp krizi geçirip öldü ve onu kimsesizler mezarlığına koydular. Bir tane bile cemaati yoktu. Üzülme bir senin baban değil, senin baban gibi binlerce insan sokaklarda ölüyor ve kimsesizler mezarlığına kaldırılıyor. Bu ülkede! Adam uzun yıllar işsiz kalmış bir süre inşaatlarda çalışmış bir akşam eşine “bıktım bu işlerden yarından sonra dilencilik yapmaya başlayacağım” demiş. Ertesi günde başlamış dilencinin oğluna sizce yaşam nasıl bir şeydir dedim. “ yaşam bir bulmaca gibidir, bulmacanın anahtarı ertesi günde saklı olduğu gibi. Yaşamın anahtarı da bir sonraki gün ve sonraki günlerdedir”. Hazır bulmuşken bir deliyi sence büyük adam kime denir? “ yaşamın dehşetini kavramış onunla korkmadan yüz yüze gelmiş kendisiyle yüzleşmeyi becermiş insanlara denir” dedi. Daha çok şey soracaktım ya.