DERSİNİ ALMIŞ DA, EDİYOR EZBER

Başbakan Davutoğlu, lisede Çanakkale şiirini okuduğu için dayak yediğini anlatmıştı. İki gün önce o haberi okuyunca, ben de aynı nedenle dayak yiyen bir arkadaşı hatırladım.

İlkokul 4. sınıftaydım. Sağ sol ayrışmasının en karanlık zamanlarıydı. Biz çocuktuk, siyasetten anlamıyorduk haliyle. O zamanlar öğretmenler sık sık yer değiştiriyordu. Birinci dönem derslerimize gelen öğretmen Nuri Bey, herhalde ülkücüymüş. Bize, Çanakkale türküsünü ve Çırpınırdın Karadeniz’i öğretmişti. Bizlerde yeni türküler öğrenmiş olmanın sevinciyle, okul bahçesinde, koridorlarda bağıra bağıra söylüyorduk. Sonra, o öğretmen gitti, ikinci dönem Mehmet adında bir öğretmen geldi.

Birgün “türkü biliyor musunuz” diye sordu. Bizde biliyoruz dedik.”Kim söylemek ister” dedi. Söylemeyi çok istiyordum ama utandığım için bir türlü parmak kaldıramıyordum. Arkalarda oturan iri yarı(bana öyle gelirdi) Gültekin adındaki bir arkadaş parmak kaldırdı. “Söyle bakiim” dedi Mehmet öğretmen. O da en iyi bildiği, belki de en güzel yorumladığını düşündüğü Çanakkale türküsünü söylemeye başladı. Sınıfın ön tarafında türküyü kısa bir süre dinleyen öğretmen, ne olduysa, arkadaşın yanına gidip “ağzını aç” dedi.Ağzını açan arkadaşın çenesinin altından yumrukla vurup ağzını kapattı.Tak diye bir ses duyuldu.

 Bir de hatırladığım kadarıyla “faşist türküler” gibi bir şey söyledi. Sınıf buz kesti. O öğretmenle ilgili bu muhteşem eğitimi(!)dışında bir şey kalmamış aklımda. (Hala öğrencileri döven müdürlerden, öğretmenlerden nefret ederim.)

Neyse, faşist türkü sözünden hiçbir şey anlamamıştım. Sadece, türkünün benim anlamadığım bir nedenle kötü olduğunu düşünmüştüm. Özellikle faşist kelimesine takılmıştım, faşist ne demekti? Ertesi sabah, kahvaltı sofrasında tekrar aklıma geldi ve üniversiteye giden abime faşisttin ne demek olduğunu sordum. Abim nereden öğrendin, diye sorunca olayı anlattım. Abim, öğretmenime okkalı bir hakaret savurdu ama bana faşistin ne olduğunu açıklayamadı ya da açıklamadı.

O günden sonra siyasete ilgi duydum, siyasileri anlamaya çalıştım. Siyasi, ideolojik kavramları öğrenmek için araştırma yapmak o yaşlarda aklıma gelmiyordu. Ancak komünist, faşist, solcu, sağcı, dindar insanları izleyerek,dinleyerek kimin daha iyi, kimin daha kötü olduğuna karar vermeye çalışıyordum.

Çanakkale türküsünü faşist bulan zihniyeti anlayamıyordum. Eşitlikten, emekten, köylüden bahsediyorlardı ama kendi gibi düşünmeyen köylü, köylü olmaktan; emekçi, emekçi olmaktan çıkıveriyordu nazarlarında.

Sağcı ve dinar kesim ise, edebiyata, sanata, sinemaya uzak duruyor, onları solcuların işi gibi görüyordu. Bunu da anlamıyordum. Kuru ve verimsiz olduklarını düşünüyor, bir ülkenin böyle bir zihniyetle nasıl gelişebileceğini bir türlü hayal edemiyordum.

Lise yıllarında sorularımla bunalttığım bir öğretmenim 1-1,5 kilo ağırlığında devasa bir kitap getirdi bana. İçinde yok yoktu. Kitabın ismini şimdi hatırlamıyorum. Çok şey öğrenmiştim o kitaptan.

 O kitabı okuduktan sonra vardığım sonuç şuydu: Şeriat da dahil bütün sistemler kağıt üzerinde güzeldi.Ama insan eliyle uygulamaya konulunca, hepsi güzelliğini yitiriyor,sihrini kaybediyordu.İnsan elinde hepsi de şiddetin, sömürünün aracına dönüştürülebiliyor, sadece güçlülerin konforuna hizmet eder hale getiriliyordu.

Üniversite yıllarında birisi benimle anket yapmaya gelmişti. İlk sorusu siyasi fikrimin ne olduğu idi. Siyasi fikrim yok deyince “siz ot musunuz” dedi. Benim yaşlarımda olanlar “siz ot musunuz” sözünü iyi hatırlarlar.O vakitler çokça kullanılırdı.

Ben de gencim tabii, “siz ot musunuz” deyince gururuma dokundu. “Öğrenmeyi çok mu istiyorsunuz, Milliyetçi-Sosyalistim” dedim. Atmıştım halbuki. Şaşırdı, “ o da ne demek” dedi. Aslında şunu söylemek istiyordum: Sağdan da, soldan da benimsediğim, benimsemediğim görüşler, davranışlar var. Ne ikisine de çok uzağım ne de ikisinden birine yakın.

Bu gün geldiğim noktayı sorarsanız şöyle derim: (her zamanki gibi)dersini almış da, ediyor ezber…