Arkadaşlık, dostluk çok önemlidir. Bu yüzden halk arasında insanlar birbirlerine, “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derler. Asker arkadaşlığı, okul arkadaşlığı ve fabrika arkadaşlığı gibi arkadaşlık biçimleri vardır. Her toplumda vardır… Bir başka arkadaşlık daha vardır; o da tımarhane arkadaşlığı. Tımarhaneye düşmeyenler bu arkadaşlığın gizemini, samimiyetini pek bilmezler. Diğer arkadaşlıklara pek benzemez, büyük acılar çekmiş, büyük sıkıntılar yaşamış ve delilikle damgalanmış insanların arkadaşlığı bu anlamda Türkiye’nin her şehrinde arkadaşlarım var. Zaman zaman telefonlaşır hâl hatır sorarız. Birkaç ay önce de İnegöl’ün bir köyünde yaşayan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. O köyden sabah gelip akşam dönen iki minibüs varmış, İnegöl’den bu arabalardan birine bindim. Beni görür görmez arabanın içindekiler birbirlerine beni elleriyle, gözleriyle işaret ederek mırıldanmaya başladırlar. Yaşlı bir amcanın fersiz gözlerinin bakışlarını asla unutamam çünkü içime işlemiş, yüreğimi yaralamıştı.
Bu asırda ne yazık ki insanlarımız böyle davranabiliyor. Bu köylülerin bu tür davranışları aklıma televizyonlardaki tartışma programlarında düşmanlarmış gibi birbirlerine ağza alınmayacak sözleri parmak sallayarak söylediklerini getirdi. Güzel sözler bitmiş, dostluk ayağa düşmüş, vicdan ve merhamet yerini kine ve kötü söze bırakmış. Arabadan inecek hale geldim sonra bineceğim başka bir arabada aynı şeylerin olacağını düşündüm. Onlara kendileri gibi bir insan olduğumu, bu ilkede yaşadığımı anlattım. Bir süre sonra yanımdaki adam neden köylerine gittiğimi sordu. Arkadaşımın ismini söyledim ve onu ziyaret etmek istediğimi anlatınca daha da heyecanlandılar. Üç dört kişi koro halinde “Ne işin olur o deliyle” dediler. Ne delisi? Dedim. Yine hep birden o adam delilerin yattığı bir hastanede bir yıl yattı, eşi bu yüzden boşandı diye anlattılar. Delilik konusu insanlarımızı korkutuyor. Osmanlı zamanında 17. y.y’da deliler padişahlar tarafından saraya kabul ediliyor, ağırlanıyor ve her konuda fikirleri soruluyor. Bu konuyla ilgili onlarca kitap okudum, toplumumuz okumadığı için bütün bunları bilmiyor.
Bütün bu konuları halka anlatmak bu ilkenin aydınların ve ay bilimcilerin görevi; halkın bilgiye nasıl erişecek olmasıdır. Başka türlü bilindiği gibi bilgi birileri tarafından üretilir ve yaşam için karıştırılır. Halk da bu bilgiyle işlerini kolaylaştırır. Teknoloji, bilim ve iletişim böyle gelişiyor. Bunun adına kültür ve medeniyet diyoruz. Ben görevimi yazarak yapmaya çalışıyorum. İnsanların neden delirdiklerini zaman zaman anlatmaya çalışıyorum. Aslında hepimiz biraz deliyiz, en çok deli olanları da kendilerini çok akıllı sananlardır. Pascal, insanlar öyle kaçınılmaz delirirler ki, der. Deli olmamak deliliğin bir başka biçimidir. Orta çağ Avrupası’nda tiyatroyu deliler yapıyorlar seyircileri de Krallar ve dönemin asil sınıfın insanlarıdır. Bu dönemi anlamak istiyorsanız Shakespeare Kral Lear isimli eserini okuyun.
Sonuçta insanız iyi ve kötü olan her şey bizi etkiliyor. Bir kısmımızı daha çok etkiliyor. Yaşadığım her tür kötülüğü bilinç altımıza atıyoruz. Bunların içinde şehvet, cinsellik servet edinme gibi her istediğimizde olmayan bu tür duygular zaman içinde ruhumuzda paranoya gibi hastalığa dönüşüyor. Zaman geçtikçe, bizler yaşlandıkça bilinçaltına attığımız bu hastalıklı düşüncelerde kılık değiştirerek yaşamımızı farklı biçimlerde etkiliyorlar. Anadolu’da sıkıntılarımızı anlattığımız insanlar “Aman sen de takma kafana yele ver gitsin” derler. İnsanlar bu tür ruhsal görünmeyen hastalıkları içlerinden atmanın yolunu böyle bulmuşlar. Günümüzde bu tür hastalıklardan kurtulmanın yolu spor yapmak, müzik dinlemek, sosyal etkinliklere karışmak, sanatla ve edebiyatla ilgilenmek gibi etkinlikler iyi gelmektedir. Akşam saatlerinde mehtabı, ayı ve yıldızları izleyin. Sabah erken kalkın, yürüyüşler yapın, tan ağarmasını izleyin gibi gibi.