Ara sıra bir araya gelip sohbet ettiğim babamın arkadaşı olan bir köylüm vardı. Bir defasın da eğitim ve çocuklar konusun da bir tartışmamız olmuştu. Her konuda düşüncelerime karşı çıkar. Babamı benim gibi bir çocuk yaptığı için suçlardı. Bana sık sık sen kendini ne sanıyorsun, sen yoksul bir adamın oğlusun. Böyle bir adamdan Einstein ya da Marks çıkacak değil ya derdi. İnsanları incitmeden onun kadar keyif alan başka birini görmedim. Sevgi görmemiş ve sevmeyi de bilmiyordu. Bu davranışlarından dolayı tabi ona küskün filan değilim. Hacı Bektaş’ın değişiyle bizde küsmek yarenliktir. Okumuş bir adamdı Hacı Bektaşi. Başka şeyler okumuştu Hacı Bektaş Anadolu da bir arada yaşama kültürünü oluşturan insan kadınlar yalnız eşlerimiz değil hem de eşitlerimizdir. Bence asalet diye bir şey varsa o da budur. Yine ünlü şair Cemal Süreyya uçurumda açan çiçek için yurdum diyor. Dünyada dahiler var tabi. İlkel yaşamdan bu günlere gelmemizi onlar sağladılar. Einstein, Marks, Freud, Edison matbaayı bulan Gutenberg gibi ama her dahi den de dahi olmuyor. Dostoyevski’nin babası orta zekalı biriydi. Tolstoy un on üç çocuğundan hiç biri dahi filan değil. Balzac bir köylünün oğluydu ama o bir dâhiydi. Çocukları aile bağlarıyla değerlendirmemek gerekir. Elbette aileden çocuklara geçen irsi bir bağ var. Sevgili annemden bana yarım bir delilik geçti. Her zaman olmasa da bana zaman zaman yarıyor. En çokta yazarken yarıyor. İnsanın en verimli anları sıkıntılı oldukları anlardır. Kendimizi bu anlarda aşarız olayların görünmeyen yanlarını bu anlarda görürüz bir iki gün önce biri kadın diğeri erkek olan arkadaşlarım la bu konuları tartışıyorduk. Hanım arkadaş Tolstoy’un Kreutzer Sonat isimli eserini okumuş. Gözlüklerinin altından pek hoş olmayan bakışlarla Tolstoy’un bu eserinde kadınları çok hafife aldığını söyledi. Dostoyevski demiş olsaydı karşı çıkardım. Tolstoy bu eser inde gerçekten kadınları hafife almış. Bunun sebebi yazarın hayatına giren kadınların baskın kadınlar olmasıdır. Tolstoy’un aksine Dostoyevski kadınları çok yüceltmiştir. Bu konuları tartışırken hanım arkadaşın bir tanıdığı geldi yanımıza. İki elinde dolu iki çanta hanım arkadaş hayır ola düğün, nişan falan mı var? Yok dedi doğum günü var. Kimin dedi. Adam gülerek benim dedi. Adam gittikten sonra hanım arkadaş çok yazık bu adam hiç doğmadı ki yaşamıyor ki neyi kutlayacak. Adam çok yoksul işsiz biri tabi bu onun suçu da değil. Fakire sabretmesini öğretiyorlar ki zenginin gemisi yürüsün. Böyle öyle çok çelişkili hayatlar var ki. Mesela erkek arkadaşa dedesin den büyük bir miras kalmış. Kendi anlattı. Bununla övünerek sana ne kaldı dedi. Fukaralık arsızlık nursuzluk deyince güldü. Sizler hiç bir ağanın yada bir kapitalistin sofrasın da oturup yemek yediniz mi? içiniz de bir şatoda villada yada lüks bir otelde bir gece olsun kaldınız mı? Tolstoy dan söz etmiştik ya o Tolstoy döneminde bir ağadır beydir o bir konttu yüz odalı bir şato da yaşıyordu. Yüzlerce dekarlık toprağı vardı ve yüzlerce kölesi vardı. Sonra ne olduysa oldu bir gün her şeyinden nefret etmeye başladı. Topraklarını asıl sahipleri olan köylülere vermek istedi. O bu zenginliği çalışarak kazanmamıştı. Çarlar vermişti dedesini o dönem Rusya nın sahibi çarlardı. Tolstoy u iyi anlamak için romanlarını okumak lazım. O bir dahi bu zenginliği yüzün den büyük mutsuzluklar yaşadı. Bu yüzden kendisinden iğrendi. Dedi ki yerler gökler tüm insanlarındır. Dinimizde de bu buyrulur yeryüzünde ki her şey Allahındır. Yağmur güneş rüzgar hepimizindir. Ne yazık ki günümüzde bu adalet uygulanmıyor.