Para ve menfaat ilişkileri yaşamımızın merkezine yerleşmiş olması toplumsal çürümeyi hızlandırdı.
Bu çürüme siyasi tercihin bir tezahürüdür.
Bir taraftan paranın gücü diğer taraftan siyasetin gücü yaşamımızı teslim almasına hepbirlikte seyirci kaldık.
En son yaşanılan çiftlikbank skandalı bu işin acıklı öyküsüdür.
Binlerce üyesi olan ardından bu üyeleri mağdur edip milyonlarca TL’yi cukka edip sırra kadem basıp kayıplara karışan Mehmet Aslan’ın sahibi olduğu Çiftlikbank’ın Gebze’deki şubesi bir şarküteri olduğunun haberini önceki gün yapmıştık.
Yaşananları şaka mı yoksa gerçek mi olduğunu bilmem izah edebildim mi?
Milyonluk vurgun mu desem, soygun mu desem hangisi uygun düşer.
Gerçi biz bu tür vurgun ve soygunlara alıştırıldık!
Onbinlerce kişiden yüz milyonlar toplayan ismine münasır Çiftlikbank yöneticileri sırra kadem bastı.
Yatırdıkları paraları almak için şirket merkezine giden mağdurlar şirket merkezinin sessiz ve sedasız bir şekilde boşaldığını öğrenmiş oldu.
Hikayenin başına dönmek gerekirse Çiftlikbank yöneticileri binlerce kişiden yüz milyonları nasıl topladı ve nasıl kaçıp gittiler.
Üstelik verdikleri reklamlarla bir yıl içerisinde yatırılan parayı ikiye katlamışlar.
Sosyal medyada yayınlanan dualarla tekbirlerle tesis açılışı hiç kimsenin dikkatini çekmemiş.
Üstelik bu açılışa hatırı sayılır siyasetçiler bürokratlar oldukça ilgi göstermiş.
İşlerini sağlama almak için temel atma töreninde dua ettiren şahıs kurdele kesildikten sonra hızını alamamış 15 Temmuz vurgusu yaparak “kafirler bizden sıkıntı duyuyordu, sizden bir tekbir getirmenizi isteyeceğim.”söylemeyi ihmal etmemiş.
Bu denli dinle imanla, iktidar vurgusuyla istismar edilen insanlar galiba bu işi hak ediyor olabilir!
Ancak burada devletin sorumluluğu ne olduğunu sorgulamak gerekir!
İşin bir başka boyutu yandaş gazeteler, televizyonlar, haber merkezleri böyle bir soygunu görmezden gelmiş olmasıdır.
Çiftlikbank’ın Gebze’de şubesi olduğuna göre mutlaka para yatıranları ve mağdurları da olmalıdır.
Bu tür dolandırıcılık organizasyonu tüm ayrıntılarıyla ve failleriyle ortaya çıkartılmalı ve de cezasız kalmamalı.
Çok sayıda gazetecinin, bilim insanının cezaevlerinde yatırıldığı bir dönemde bu tür vurgunlar görmezden gelinir.
Benzeri dolandırıcılık vakaları bu ülkede ne ilktir ne de son olacak.
Geçmişte Mollaoğlu İnşaat 1049 kişiyi benzeri yöntemlerle dolandırdı.
Halen bu insanların mağduriyeti giderilmiş değil.
Yaşanan bunca tecrübeye ve mağduriyete rağmen insanlar halen din, iman ve inanç vurgusu yapılarak dolandırılabiliyorsa geldiğimiz nokta vahimdir!
Bu tür organizasyonlar 25 yaşında kendini ifade etmekten yoksun çocukların yapacağı işler değildir.
Bu işin arka boyutu araştırılmalı.
Sorgulayan bir toplumdan rahatsız olanlar Yaşanan bu tablonun yaratıcı mimarlarıdır.
Kabahat kimde desem büyük bölümü sendedir be kardeşim demeye dilim varmıyor.
Çürüyen toplum manzaralarının son kareleri bunlardır.
Ayrıca bu ülkede yolsuzluk haberleri yapmak ve gündeme getirmek tehlikeli sonuçlar doğurduğunu söylemeliyim.