ÇIKMA!

Cengiz Akgün

Çıkma nedir bilir misiniz?

Belki biliyorsunuz.

Ama ben yine de anımsatayım.

Çıkma çürük, kurtlanmış meyve ve sebzeye deniliyor.

Kasa içinde hemen tezgâhın yan tarafına bırakılıyor.

Son zamanlarda bu kelimeyi çokça duyar oldum.

Manavın, marketin önünden geçerken özellikle çok duydum.

Genelde kadınlar utangaç bir şekilde manava, “Çıkma var mı?” diye soruyorlar.

Para yok, tencerenin bir şekilde kaynaması, çocukların kursağına sıcak yemek girmesi gerekiyor.

Yoksulluğu dibine kadar yaşayanlar, geçim zorluğu çekenler işte bu kurtlanmış meyve, sebzeye talip.

Aynı şekilde ekmek fırınlarında, ‘ıskarta’ diye bir şey var.

Bilir misiniz ıskartayı?

Bayatlamış veya şekli bozuk üretilmiş ekmeğe deniliyor.

Önceden çıkma sebze ve meyveden para alınmazken şimdi uyanık ve acımasızlar artık parayla satıyorlar.

Iskarta ekmekte aynı şekilde parayla satılıyor.

Merhamet kimilerinde kalmamış!

Türkiye’nin gerçekler ile birilerinin anlattığı pembe masallar hiçte aynı değil.

Tabi siz (semirmişler) bilmezsiniz akşam sofrada hep birlikte kaşık sallanan tek bir çeşit yemeği, kuru ekmeği, çürük domatesi, patatesi.

Çünkü siz hiçbir zaman yoksullukla sınanmadınız!

Açlık hiçbir zaman size ödül olarak bahşedilmedi.

Fakirlik cennetin anahtarı olarak size sunulmadı.

Çocuğunuz yatağa aç girmedi.

Gençleriniz yarına dair hiçbir zaman karamsar olmadı.

Mideniz guruldarken, çocuğunuz ağlarken size hiç kimse, “Bu sizin kaderiniz, sabredin” denilmedi.

Ölüm, açlık hiç sizin kaderiniz olmadı.

İkinci bin yılda ülkem de yalan ile gerçek arasında büyük bir kavga var.

Siz hangi saftasınız, hangi karakterdesiniz?

Çıkma ve ıskartanın mı, yoksa haram yemekten semirmiş kara kalpli acımasızların mı yanındasınız?

Kimin...?

Nazım Hikmet’in dizlerindeki gibi:

‘’Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”