Tarih 30 Nisan Çarşamba. Bir başka mutluyum bu sabah, yarın 1 Mayıs. İşçinin, Emekçinin bayramı… Genelde kitap okurum servisle işe gidişlerimde. O gün okumuyorum. Kitap çantada, kulaklıklar kulağımda, şarkılar, türküler dinliyorum. Kayıtta Grup yorum ‘’Gün gelir, zorbalar kalmaz gider’’ diyor. Coşuyorum. Ayağımla tempo tutuyorum hatta. Bu vakte kadar selamlamadığım insanlara günaydın selamı çakıyorum. Gülüyorum. Gülümsüyorum.
Gün gelip geçiyor. Mesai bitti bitecek, önceden kapatıyorum bilgisayarı, defterleri, telefonu, departmanları gezip arkadaşlarımın yarın ki bayramını kutluyorum. Öpüyorum. Selamlıyorum. Sarıyorum. Taksim yasak, sorumluluğu büyük kimseyi Taksim 1 Mayısına çağıramıyorum. İçim buruk. Canım sıkılıyor. Moralim bozuluyor sonra. Diyorum ki kendime yahu gönül rahatlığıyla ne vakit kutlayacak, ne vakit dostlarımızı korkmadan çağıracağız 1 Mayıslara. Bende cevap yok…
Sonra herkes bana’ ’dikkat’’ et diyor. ‘’Dikkat et’’. Düşünüyorum bayram bu. Neden herkes birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine değil de ‘’dikkat etmem’’ gerektiği üzerine konuşuyor. Mesela Cumhuriyet bayramında kimse kimseye ‘’dikkat et’’ neden demiyor. Yada 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında. Yada Şeker Bayramında. Ama gün 1 Mayıs, kutlanacak yer Taksim olunca ‘’dikkat et abi’’, ‘’dikkat et kardeş’’, ‘’dikkat et arkadaş’’ eksik olmuyor dillerden. 1 Mayıs işçi bayramında çıkıp ‘’dikkat edilmesi gereken gün’’ oluyor akıllarda. Ne acı.
Yine yolları kapatacak, hayatı halka zindan edecekler biliyorum. Geceden gidiyorum İstanbul Avrupa yakasına. İlk kartal. Oradan Kadıköy. Her şey sakin. Vapura biniyorum. Karaköy’de iniyorum. Her şey yolunda hala. Sonra Beyoğlu’na çıkıyoruz. Her yere polis bariyeri bırakılmış. İnsanlar gergin. Turistler şaşkın. Yürüyoruz. Taksime çıkıyoruz. Polis bariyerleri her yerde. Kapatacaklar birazdan her yeri belli. Selamımızı çakıyoruz meydana, ne olur ne olmaz diye 1977 yılında öldürülen insanları düşünüyoruz geceden. Yanı başımızda bitiyor sivil polisler. Sırt çantaları ve mavi şapkalarıyla… Gün uzun olacak diye dinlenmek için eve geçiyoruz şişli tarafında. Hemencecik uyuyoruz ve Beşiktaş’a, Şişliye yapılan polis müdahalesi haberleriyle uyanıyor kalkıyoruz. Saat sabah sekiz buçuk- dokuz. Daha yürüyüş başlamadan, insanlar toplanmadan gazlanıp coplanıyor işçiler.
Sonra bir takım rakamlar geziyor ortada. Belçika gibi bir ülkede tüm polis, asker, emniyet görevlisi ve güvenlik yada her ne haltsa işte toplam rakamı 38 bin. Sadece Taksim gibi bir meydan için görevlendirilen polis sayısı 39 bin. Amerika Afganistan’ı 20 bin askerle işgal etmiş, içişleri bakanlığı ve Vali, 1 Mayısı işçiler Taksimde kutlamasın diye 38 bin polisi görevlendirmiş.
Toplanma yeri Beşiktaş. Çıkıyoruz şişliden her yol polis bariyerleriyle kapalı. Taksiye biniyor eski Beşiktaş stadının orada iniyoruz yol kapalı. Tophaneye geçiyoruz. Yokuşa vuruyoruz kendimizi yol kapalı. Galata’yı zorluyoruz. Yok. Kapalı. Polis gelmeyin diyor. Gidiyoruz. Geçemezsin diyor. Geçmek istiyorsun 1 Mayısı kutlamak için elinde copu gösterip sallarım diyor. Sıkarım diyor biber gazını. Sıkıyor da bol bol. Ağzımdan, burnumdan ve gözümden ne varsa akıyor. Şişliye geçiyoruz. Buradan zorlayacağız Taksimi. Yok. Sıkıyor biber gazını. Ses bombası patlıyor yanımda, cam kırılıyor başıma parçaları düşüyor. İyiyiz. Disk binasının oraya geçiyoruz. Camlar kırılmış, her yer tarumar. Direnecek güçte kalmamış ortada, işçi de. Gözaltında insanlar.
Derken mecidiye köye kadar geriliyoruz. Saat altı oluyor yoruluyoruz. Sonra 500ES’e binip Gebze’ye dönüyoruz. Otobüsteki inşaların çoğu yorgun ve uykulu, yüzünde ‘’fısfıslanan’’ sütün izi kalmış. Gülüşüyoruz. Hiç kimseyi tanımıyorum ama birbirimizi gözlerimizin yanığından tanıyoruz. Selamlıyoruz başımızla. Sonra arkadaşlar çevreliyor ertesi günü işyerinde etrafımı. ‘’Ne oldu Halil’’ diyor çıkamazdınız Taksime, gülümseyip cevap veriyorum ‘’Ne olmuş yani TAKSİME çıkamadıysak, 39 bin polisten korkup, diktatöre boyun eğmedik ya...’’