Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın bir terör eylemi sonucu şehit edilmesini, henüz sindirememişken, Halil Öğretmenin kahrından ölüşüne tanıklık ettik.
Halil Öğretmenin ölümü üzerine Cem Yılmaz twitter’da şöyle yazıyordu “ Kalpsizse mevki vermeyeceksin.. Ehliyet gibi kalp soracaksın önce..” Cem Yılmaz’ın özel ve devlet kurumlarında hiç çalışmamış olduğu belli…O, sanatçı duyarlılığı ile “kalp” arıyor hala…Bilmiyor ki, sistemin kurduğu pazar tezgahlarında, kalbin alıcısı yok. Amaca gidilen yollarda her şey mübahlaşınca, kalpler ayaklar altında ezilir oluyor.
Gorki’nin bir hikâyesinde, Şasa adlı bir genç, halkının zifiri karanlıkta kaldığını ve tehlikeli ormandan kaçamadığını görünce, kendi elleriyle kalbini çıkarır. Işıklar saçan bu kalp, korkuyla kaçışan halka yol gösterirken, yine onların ayakları altında ayakları altında ezilir ve parça parça edilir. Halk kendini kurtarıp her şeyi unuturken, ışık saçan parçaların her biri gökyüzündeki yıldızlara dönüşür.
Bugün, kalp dediğimiz insani değerler, gecenin karanlığına düşmüşlerin yolunu aydınlatsa da, aynı zamanda, gökyüzündeki yıldızlar kadar uzaklarında.
İkinci tweet’inde “ Ne kadar demode kötü film karakteri varsa biz de galiba. Bunları bu haliyle yazayım desen, abartmamayım der, vazgeçersin” diyor. Bana göre abartmazsın Cem Yılmaz, öyle şeyler yaşanıyor ki, eksik bile kalırsın.
Bütün zorluklarına rağmen, yine de devlet kurumlarında çalışanların daha şanslı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü devlet çalışanlarının iş güvencesi yöneticilerin iki dudağı arasında değil. Bunun yanında, sendikaların içinde yer alarak haksızlığa uğradıklarında kendilerini destekleyecek insanlar bulabilme şansına sahipler. Bundan ötürü, meslek onuruna düşkün çalışanlar, korkularına rağmen daha cesur davranabilirler.
Ayrıca devlet idarecileri öğretmenlerin yasal haklarından dolayı, bir kuruma veya güçlü bir bürokrata bel bağlamamışsa, çalışanına karşı fütursuz hareket etmekten yine de çekinir.
Ya özel kurumlarda çalışanlar? Hepsinin ağzına görünmez bantlar çekilir, bazen bu bile yetmez, bir süre sonra o bantları beyinlerine çekmek zorunda kalırlar. İdealist düşünemezler, düşünmemeleri gerekir. Onlar yöneticilerinin istediği kadar ve istediği şekilde düşünmek mecburiyetindeler. Tembellik yapamazsınız ama çalışmak için de, düşüncelerinizi ifade edebilmek için de asla özgür değilsiniz. Kurum yöneticisinin kapasitesi ve kişiliği sınırları içerisine hapsolmak zorundasınız. Hakaretleri hazmetmek mecburiyeti de, bunların üzerine bal-kaymak olur.
Özel kurum çalışanlarının en büyük lüksü ve kendilerince en onurlu davranışları, bütün haklarını geride bırakıp “kendi isteği ile” notunu düşerek, o kurumdan sessiz sedasız çekip gidebilmektir. Zira, başka bir kurumda iş bulabilmek için bu sessizliğe muhtaçtırlar. Yöneticiler de bunu çok iyi bilirler ve bu muhtaçlığı hileli bir şekilde kullanırlar. Böyle ortamlarda türlü dalavereler herkesin gözü önünde çevrilir, yöneticiler istediği kişiyi rahatça tırpanlar. Kolay kolay herhangi bir tepkiyle de karşılaşmazlar.
Buralarda ‘ekmek parası’ sözü, bütün hazımların enzimidir.
Halil Öğretmen özel bir okulda olsaydı, yaşadıkları ne protesto edilecek, kimse de duymayacaktı.
Devlet, özel okul öğretmenlerini bu kadar yalnız ve sahipsiz bırakmamalı. Onlar için de mutlaka yasal düzenlemeler yapmalı.
Şimdi nasıldır bilmiyorum, çalıştığım dönemlerde devlet okullarında, imkânsızlıkları imkânlara çevirebilen, görev yaptığı okulun eğitime önemli katkılarda bulunan, mesleğine sevdalı birçok öğretmen tanıdım. Elbette devlete sırtını dayadığı için, çok konuşan ama az çalışan insanlara da, çokça rastladım.
Velhasılıkelam, mesleğini severek yapan devlet öğretmenleri, her şeye rağmen daha şanslılar.
Eğer, ilk ve etkileyici bir tepki Cem Yılmaz’dan gelmeseydi, öyle sanıyorum ki, Halil Öğretmenin trajedisi, birçok yöneticinin üstünlüklerini ispat etme yöntemleri, kof kibirli halleri bu kadar gündeme gelmeyecekti.
Kalbini devre dışı bırakmayan yöneticileri tenzih ediyorum, Halil Öğretmene rahmet diliyorum ve tweet’lerinde değindiği yönetici tiplerinin davranışlarına maruz kalmış tüm öğretmenler adına, CEM YILMAZ’a teşekkür ediyorum.