Kocaeli, son dönemde işçi direnişleri ve grevlerle yeniden çokça anılan bir kent olmaya başladı. Bu durum, işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağını atmak için ekonomik ve demokratik talepleri ekseninde silkinmesinden kaynaklanıyor.
Bu direnişler ve grevler her zaman işçi sınıfının kazanımıyla sonuçlanıyor denilemez. Ama, en azından işçi sınıfının var olma nedenini yok sayıp dayanışmayı koparıp atmak için her yolu deneyen sermaye sınıfına küçük küçük de olsa dersler veriyor.
Tıpkı Flormar işçileri ile Eksen Makina işçilerinin direnişlerinde ortaya çıkan sonuçlar gibi.
Tavşanlı Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesindeki (OSB) Türk Metal’in örgütlü olduğu Eksen Makina’da kıdem tazminatları ve üç aylık ücretleri ödenmeyen işçilerin başlattığı direniş sonuç verdi ve işçiler açısından kazanım sağlandı.
Flormar işçisi ise 260 günü bulan direnişinde henüz kazanım elde edemedi ama vazgeçmeyi düşünmüyor. Fabrika önündeki eylemlerine müdahaleler olsa bile dayanışmayı güçlendirip kazanımı hedefliyor.
Bu direnişe, şimdilerde bir de Dilovası’ndaki İzocam fabrikasında süren grev eklendi.
Mersin Tarsus’un yanı sıra ilimizin Dilovası ilçesinde de bulunan İzocam fabrikasında çalışıp Kristal-İş Sendikası’nda örgütlü işçiler, işveren ile yürütülen görüşmelerden sonuç alınamayınca kullanmaya başladıkları grev hakkında 10 günü geride bıraktı.
Hava soğuk, grev nöbeti tutmak kolay değil. Ama, işçiler ne eylesin ki, ortada ekmek parası ve insanca yaşamın asgarisi için mücadele var. Bu mücadele ne soğuk dinler ne de başka bir şey.
Buradaki mesele sendikalaşma. Tıpkı Flormar’da olduğu gibi. Kristal-İş Sendikası ilk kez 2014’te örgütlendiği İzocam işçileri arasında çoğunluğu sağlayınca, işveren ve bakanlık ortaklığı harekete geçip sendikanın yetki sürecini sürüncemede bıraktı. Ancak, 4 yıl sonra yetkisi kesinleşen sendika, örgütlenme sürecinde işten çıkartılan 4 işçinin geri alınmasını da, ücret zammı talebinin yanında toplusözleşme masasına koydu.
Ağır iş koluna giren firmada çalışma koşulları çok zor. Hal böyle olmasına rağmen, işveren, sendikalaşmaya karşı taşeron örgütlenmesini de canlı tutup, kadrolu personeline yakın taşeron elemanı istihdam ediyor.
Yani, işçiyi daha en başından bölüp dayanışmanın güçlenmesini önlemeye çalışıyor. Ama, bazen bu tür taktikler hesap edilemeyecek oranda bir örgütlülüğe yol açar ve bu oyun bumerang gibi dönüp dolaşıp işvereni vurabilir.
Bu direnişler ve grev, işçi sınıfına yeni öğretiler kazandırırken, sınıf mücadelesi kızgınlaşıyor ve işçiler dostlarıyla elele kazanımlarını artırmaya çalışıyor.
İşveren ise AKP-Saray ittifakı eliyle oluşturulan yeni düzenin bütün nimetlerinden yararlanıp kararnameler ve genelgelerle çalışma yaşamında kazanılmış anayasal hakları ayakları Altına alıp çıkarlarını koruma azgınlığıyla daha seri adımlar atıyor.
Sorun, üretilen artı değerden biraz daha pay almak için örgütlenen işçileri ve onların biricik örgütü sendikaları yok saymaktan kaynaklanıyor.
Sorunu gidermek için başvurmadık yol bırakmayan işverenin talebiyle, direniş ve grevlerin yaşandığı fabrika önlerinde adeta karakollar kuruluyor. Bu yolla işçilere, onların yanında olan aileleri ve sınıf dostlarına gözdağı verilmeye çalışılıyor.
İşverenler, bu yolla iş barışını sağlayamayacaktır. Sağlayamadıkları da ortadadır. Ülkedeki çalışma yaşamı için yapılan yasal düzenlemelerin tamamı işverenlerin lehine de olsa, işçi sınıfı geçmişte de olduğu gibi direnişler ve grevler yoluyla kazanımlarını artırıp örgütlenme konusunda yasal güvenceler kazanılmasını sağlamıştır. İşverenin yeni dönemdeki en önemli hamlesi de, ne olursa olsun bu kazanımları geri almaktır. Bu hedefi, 4-5 kişi ya da daha kalabalık toplulukları işten çıkartıp sağlamak olası değil.
Bunu anlamayan işveren tipolojisinin rol model haline dönüştüğü ülke sanayisinde ne direniş biter ne de grev.
Kavga sürer gider…