Ofisten her gün çıkışta Gebze eski ve yeni çarşıyı şöyle bir turluyorum.
Sokağı, insan kalabalıklarını dikkatli bir şekilde izliyorum.
İnsanların kimisi savruk, lüzumundan fazla düşünceli bir şekilde yürüyor, kimisi kendi kendine konuşuyor, kızıp bağırıyor bazıları ise artık birçok şeyi boş vermiş olacak ki beyhude bir yüz ifadesi içinde bir yerlere koşuşturuyor.
Kimi zaman yolda rastlantıyla gördüğüm dostlarla laflama ediyor, bazen işyerlerini ziyaret ediyorum.
Ülkeden, bölgeden, dünyadan konuşuyoruz.
Çarşı esnafı durumdan memnun mu diye kimi zaman bildik işyeri sahiplerine soruyorum.
Esnaf keyifsiz, artan kira, elektrik, vergi vb. giderlerin yanı sıra işlerin kesat gitmesi canlarını sıkıyor.
Ne olacak diyorum, “Bilmiyoruz bir belirsizlik içinde her gün dükkanı açıyoruz, akşamleyin günü kurtarmayacak şekilde kepengi kapatıyoruz.”
Çarşı, hafta içi günün her saatinde kalabalık.
Bazen iğne atsan yere düşmeyecek şekilde.
Yabancı uyruklu kişilerin sayısının ne kadar çok olduğunu artık görmemek mümkün değil.
1978 yılından beri Gebze’de ikamet ediyorum ve Gebze artık eskisi gibi değil.
Gelgelelim bir zamanlar Gebze çarşıda herkes birbirini tanır, selam verirdi ve Türkçe daha çok konuşulurdu.
Şimdi kalabalıkta yanınızdan geçenlerin kayda değer bir bölümü artık Türkçe konuşmuyor.
Acaba diyorum biz mi kendi öz yurdumuzda garip olduk!
Evin yolunu tutarken aklımda yanıtını bulamadığım birçok soru oluyor.
Kasaptan 20 TL’lik kıyma almaya çalışan kadın, fırıncıya bayat ekmek var mı diye soran bir başka yaşlı kadın, sokakta işsiz gezen genç, emekli aylığını aldığı gün tüketen emekli, yarın işimden olur muyum endişesi taşıyan işçi hepsi aynı sistemin un ufak ettiği yaşamların birer parçası.
Toplumsal bir bunaltı içinde yarını düşünmeden gündelik olarak yaşamaya, soluk almaya devam ediyoruz..