İki gün önce bir ilaç yazdırmak için bir psikiyatra gittim. Mevsimlerin değişip dönüşme zamanı en çok da insanın ruhsal dünyasını etkiliyor. Eskiden çok sıkıldığım zamanlar psikiyatrlara giderdim, kısa süreli de olsa sıkıntılarıma iyi geliyordu, psikiyatra gitmenin çok önemli sebepleri var bunlardan en önemlisi başta ailemizin, çevremizin ve toplumumuzun hastaları anlayamamasıdır. Sorunlarımı anlattığım kimileri “Boş ver, bunlar da sorun mu, takma kafana sen mi kurtaracaksın memleketi?” gibi boş laflar ettiler. Sıkıntılarımızı ve dertlerimizi anlatabileceğimiz, içimizi dökebileceğimiz insanlar o kadar az ki. Ayrıca onları bulmak da çok zor, sizi dinleyecek, anlayacak ve sorunlarınızı paylaşabilecek insanlar günümüzde yok denecek kadar az. Psikolojik tedavi görenlerin sorunları genelde hayattan tat almamak, sıkılmak, uykusuzluk, korku ve endişe gibi şeylerdir. Psikolojimin çok kötü olduğu o günlerde bir grup arkadaşım bana faydalı olmak ve beni eğlendirmek için gece hayatının yaşandığı bir semtimize götürmüştüler. Orası senin burası benim saatlerce dolaştık, kimi yerleri pahalı bulup oturamadık, kimi yerlerdeki orkestrayı beğenmedik. İnanın sıkıntılarım kat be kat artmıştı. O gün anladım ki eğlenebilmek için insanın eğlenmeyi bilecek bir kültürü olması gerekiyor. Her şeye rağmen yine de o dostlarıma çok teşekkür ediyorum, o gün bana bugün senin için yaşayacağız demişlerdi. Bu söz bana çok iyi gelmişti. İyiliğini ve güzelliğini aradan yıllar geçmesine rağmen devam ettiriyor bu söz ne güzel bir sözdür, “Bugün senin için yaşayacağız.” Hayatım boyunca duyduğum en muhteşem sözlerden biridir bu söz. O dostlarımla hâlâ sık sık buluşup sohbet eder o günkü geceyi anarız. Dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık böyle bir şeydir. İnsanlarla ve toplumla ilişkilerimde kendimi savunmaktan daha çok kendimi anlatmayı severim elbette ki en çok üzüldüğüm şey beni anlamadan ve dinlemeden yargılayanlar oldu. Önce anlamalıyız, bunun için elbette iyi niyet, vicdan ve güzel anlayışları ortaya çıkaracak kültür gerekli. Kültürsüz ve cahil insanlar bana yaptıkları gibi dostlarını da yargılıyorlar. Kötü şeyler yaşadım, iki üç kez ameliyat oldum, verem oldum, tımarhanelik oldum bunlardan söz etmem pişmanlıklarım değil sadece anlatmaktır. İbni Haldun, coğrafya kaderdir, diyor ya göreceli olsa da benim kaderim yaşadığım, doğduğum şehir ve çok sevdiğim ülkemdir. En çok üzüldüğüm şey yetmiş yıllık bu hayat serüvenimde tutarlı, kifayetli, halkını düşünen, ülkemizin kalkınmasını isteyen ve bunun için mücadele veren politikacıların olmamasıdır. Neyse yine konunun dışına çıktım, gittiğim psikiyatr bilgili bir insandı onunla bilinçaltı konusunu, insanların neden psikolojilerinin bozulduğunu, beynimizin görevi ve ruhumuzun durumunu konuştuk. Leonardo Vinci, Freud, Dostoyevski ve ünlü ressam Salvador Dali’den de bahsettik. Bu büyük ressamın beni çok etkileyen şu sözlerini sevgili okurlarım sizlerle de paylaşmak istiyorum, “Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım, annem ve babam beni severken daha çok onu seviyordular.” diyor Dali. Bu dediği kendisinin doğumundan 9 ay önce ölen ağabeyidir. Onun adı da Salvador’dur. Annesi babası ölen oğullarının ismini doğan küçük Salvador’a koyarlar. Dali, hayatı boyunca anne ve babasının kendini değil ismini kendisine koydukları kardeşini sevdiklerini düşünür. Bu yüzden psikolojisi bozulur ve tedavi görmeye başlar. Yani ressam, gerçek sevgiyi bulamayan bir insandır bu yüzden her zaman söylediğim gibi, hayatımızda bize gerekli olan en önemli şey insanları ve toplumumuzu iyi tanımaktır. Boşuna dememişler, insanı tanımak hayatı tanımaktır. Başımıza ne geldiyse bu tür duyarsızlığımızın ve cahilliğimizin yüzünden geliyor. Şimdi anlatacağım küçük öyküler insanların birbirlerini tanıma eksikliğinden kaynaklanan öykülerdir. Bir yolculuğum sırasında bir muavin anlatmıştı, yolculardan bir hanımefendi durup dururken yan koltukta oturan erkek yolcunun yanındaki boş koltuğa oturur, başını adamın göğsüne koyar ve ağlamaya başlar. Yerine oturduktan bir süre sonra, yüksek sesle “Bu adamı karşımdan alın, bu adam sapık, bu adam bu arabada olduğu müddetçe ben yolculuk yapamam.” der. Sonunda arabadan inmek zorunda kalır. Uzun yıllar bastırılmış duygu ve düşünceler böyle kendilerine uygun ortam buldular mı hemen ortaya çıkarlar. Bu bir hastalıktır, bu hastalıkları yaşayan insanlara bu durumlarını anlatmak da çok zordur. Bu tür duygu ve düşünceler çok derinlerimizdedir. Yine Sait Faik Abasıyanık anlatır, İstanbul’da bir tren garında oturuyormuş yanındaki iki kişi karşılarındaki bir adamı şöyle anlatıyormuş; okumuş yazmış, kibar bir adammış. Küçük kız çocuklarına karşı düşkünlüğü varmış bu yüzden mahalleli baskı yapmış. Adam, evini barkını satmış, parasını pulunu da kısa sürede tüketmiş. Sokaklarda yatıp kalkıyormuş. Toplumun içinde böyle sapık düşünceleri olan, kadınlara, kızlara saldıran yüzlerce adam var. İşte bu yüzden her yıl ülkemizde onlarca kadın öldürülüyor ve küçük kız çocuklarının ırzına geçiliyor. Bu tür insanları ortaya çıkarmak ya bir hastanede yatmalarını ya da tedavi görmelerini sağlamak devletin önemli görevlerindendir. Dostoyevski’yi okuyanlar bilirler onun öykülerinde binlerce böyle insan vardır. Yazar bunları kendi kafasından uydurmamış, toplumun içindeki toplumu çürüten önemli rahatsızlıkları eserlerinde anlatmıştır.