Bizi biz yapan yaşadıklarımızdır. İyi veya kötü her birimizin birkaç hikâyesi var ve biz insanlar birbirimizin hikâyelerini merak ederiz. Kimimizin hikâyeleri filim yapılır, kimimizin tiyatro, kimimizin de roman yapılır. Mesela biz kimiz? Nerden geldik, nereye gidiyoruz? Yeryüzünde görevimiz nedir? Evrenin atomlardan oluştuğunu hepimiz biliriz. Atomlardan sonra evreni oluşturan en önemli olgu, insanların yaşadığı öykülerdir. Kimliğimizi ve kişiliğimizi hayat öykülerimizle açıklarız. Mesela ben kişiliğimi ve kimliğimi yazarak açıklıyorum. Kendimi yazarak tanıdım ve sevdim. Benim başka insanların öykülerini anlattığım gibi başka insanlar da beni birbirlerine anlatıyorlar. İnsanlar beni böyle tanıdılar ben de kendimi o insanların anlatımlarından tanıdım. Şimdi bir hayat kadının öyküsünü anlatacağım. Hayat hikâyesini anlatmasını istediğim o hanım önce çekindi ve korktu sonra anlatmaya başladı. Aslında çok anlatmak istiyordu. 13 yaşında o nu zengin ve yaşlı bir zamparaya vermiş babası. Birkaç yıl sonra bir yolunu bulmuş kaçmış. Sonra başka hayatlar, sonra hayat kadınlığı ben anamdan hayat kadını doğmadım ki beni buralara yaşadığım zalimlik, yoksulluk ve adaletsizlik düşürdü dedi. İnsanların kütü olduklarını söyler Freud ve Machiavelli. Ben böyle düşünmüyorum, insanların iyi doğduklarına inanırım. Hayat kadınları, uyuşturucuya bulaşanlar, kumar belasına yakalananlar, çocuk yaşta vücutlarını para karşılığı satanlar, açlıktan ölenler ve kimsesizler mezarlıklarına gömülenler kendi istekleriyle bu yolu seçmediler. Nedenini bilmeden bir arkadaşım hep kadınlardan, şehvetten ve belalı işlerden söz eder. Ona bir gün senin bu işlerden başka anlatacağın başka bir şey yok mu dedim, düşündü düşündü yok dedi. Bu arkadaşın analizini siz okurlara bırakıyorum. Şehvet ve seks biyolojik bir olgu ve bütün davranışlarımızın altında bu olgu vardır, ama utandığımız için bunu anlatamayız. Çok güçlü bir duygudur, dünyanın en büyük krallarını dize getirmiş ve köleleştirmiştir. Gebze meydanında yaşlı bir amca anlatmıştı. Köyünden kasabasına çalışmak için giden bir adam orada ölür ve ölmeden önce bir arkadaşına oğlumu ara, ona beni buralarda bırakmamasını söyle beni köyüme götürsün diye vasiyet eder. Oğlu gelir ama babasını köye götürecek parası yoktur, sırtında taşıyarak götürmeye çalışırken, ey baba uyansan da bana çektirdiğin azabı görsen diye söylenmeye başlar. İşte bu yüzden bizi biz eden öykülerimizdir diyorum. Nazım Hikmet, köylüler anlatırken onlar topraktan öğrenip kitapsız bilenlerdir diye düşünür, Hoca Nasrettin gibi ağlayan Bayburtlu gibi gülenlerdir. Pir Sultan da çok keramet var insanda demiş. Yani bizi biz yapan öykülerimizdir, insanlar güzel şeyler yaparak insanlaşırlar. Var olmak ot olmak değildir, var olmak değişmektir, değişmek de olgunlaşmaktır. Olgunlaşmak da insanlaşmaktır. Newton, Picasso, Edison, Mozart ve Einstein kolay kolay var olmamıştılar. Ünlü Fransız filozof Foucault, sözünü ettiğim bu insanlar için var olmanın estetiği diyor.