Cumhuriyetin kuruluşunun 96. yılı yarın kutlanacak.
Cumhuriyet, kurucu irade ve aklın çok sayıda kurumunun iğdiş edilip devre dışı bırakılması dolayısıyla sadece adıyla yaşayan bir sistem olarak devam etmektedir.
Bu durumun temel nedeni halktan kopuk tarzını ne olursa olsun ülkeye dayatan sermaye sınıfının tercihleridir.
O nedenle, beklenti (en azından kişisel olarak benim ve ülke nüfusunun yuzde 90'ını oluşturan emekçilerin) birleşik emek mücadelesinin cumhuriyete yeni bir hüviyet kazandırması ve gerçek demokrasiyi inşa etmesidir.
Bu açıdan, İşçi Dayanışma Derneği'nin geçen ay düzenlediği ‘Kriz Günlerinde Örgütlenmek: İmkânlar, Zorluklar, Arayışlar’ başlıklı sempozyumun sonuç metnini çok önemsiyorum.
İşçi sınıfı ve emek hareketinin mevcut durumuna yönelik tespitlerin yanı sıra, birleşik bir emek mücadelesinin örülebilmesi için yol haritası niteliğinde önerilerin yer aldığı önermeler var.
Mesela;
Sistemi yıllardır elinde tutan sermayenin işçi sınıfına kölelik koşullarını dayatması, 96. yılda cumhuriyetin ve yetiştirdiği üretici kuşakların kabul edeceği bir paradigma olamaz.
Çünkü, sempozyum sonuç bildirgesine de yansıdığı üzere, artık işçilerin yarısından fazlası ay sonunu zor getiriyor.
4 işçiden biri yıllık izin hakkını bile kullanamıyor.
İşçiler arasında anti-depresan ilaç kullanımı giderek artıyor.
Sendikasız işçilerin yüzde 60’ı sendikaya üye olmak istemiyor. 5 işçiden birinin sendika hakkında herhangi bir fikri yok.
Peki bunun nedeni nedir ?
Tabi ki yaygın düşünce, patron baskısı ve işten atılma tehdidi.
Ama, sendikalara duyulan güvensizlik ve sendikalar hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olunmaması da baska önemli bir etken.
İşçi sınıfı niceliksel olarak çoğalıyor ama güvencesizleşip parçalanıyor.
Sendikalar, bir önceki çalışma rejiminin ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş yapılar olarak bugün işçi sınıfının çok dar bir bölümünü kapsıyor.
Toplu iş sözleşmesi yapma hedefine sıkışmış ana akım sendikacılık her geçen gün etkisini yitiriyor.
Büyük bölümü sınıf sendikacılığından uzaklaşmış, bürokratikleşmiş, patronların inisiyatifinde hareket eden sermaye uzantısı kurumlara dönüşen sendikalardan söz ediliyor artık.
Muhalif sendikaların çalışma tarzı da çoğunlukla alternatif olamıyor, hatta eleştirdiği anlayışlarla belli noktalarda benzeşiyor.
Hal böyleyken bir türlü oluşmayan birleşik emek mücadelesi yüzünden cumhuriyetin kazanımlarını bir bir kaybetme süreci engellenemez ve durdurulamaz.
Tüm bu sorunlara ve örgütsüzlüğe karşın işçi sınıfının eylemselliğinde artış görülüyor.
Büyük bir sabır ve kararlılıkla direnen işçiler, sınıfı hareketinin geleceğinin kurulacağı yolu da gösteriyor.
Bugün ihtiyaç duyulan, yeniden sınıf siyaseti iddiasını güçlü bir şekilde gündeme alıp yeni mücadele yöntemleri örgütlenmesidir.
Bu da, emeğin birleşik mücadele zeminlerinin olgunlaşmasıyla mümkün. Öncelikle de, ortak zeminlerin mevcut bileşenlerin toplamına bile ulaşamayan etkisiz ve sonuç alıcı olmayan yöntemlerin artık terk edilmesi ve somut, yaşama dokunan talepler etrafında birleşmek gerekiyor.
'Ama' sız, 'fakat'sız, 'ön yargı'sız, 'ikincil planı olmaksızın ve subjektif 'beklenti'siz.