Bıçak sırtında yaşamış, tehlikeli sularda yüzmüş, hayaller kurmuş, unutulmayı, nefret etmeyi, itilip kakılmayı sonuna kadar yaşamış başkalarının ona yakıştıramadığı şeyleri o kendine yakıştırmış eğilmeden bükülmeden yaşamış baskılar karşısında eğilmeliş dik durmuş sivri dilli dahi bir adam O...
Tabiki bir iki gün önce aramızdan ayrılan Ergüder Yoldaş...
Kendime benzeyen insanları daha çok severim, onun ölüm haberini gazetede görünce kırk yıl önce orta okul sıralarında başıma gelen trajik bir durumdan o öykü aklıma geldi.
Birbirine benzeyen hayat öyküleri çoktur.
Edebiyat öğretmeni herkes yaşantısıyla ilgili düşündükleriyle ilgili kısa bir yazı yazsın demişti.
Herkes birşey yazmıştı.
Ben çok ilginç tehlike içerikli bir yazı yazmıştım.
Öğretmen bana “senin yazını okul yönetimi ile tartışacağız” dedi.
Şöyleydi o yazı;
Gece yattığımda hep nasıl öleceğimi, ölümüm karşısında ailemin, çevredekilerinin hakkımda neler söyleyeceklerini yazmıştım.
Bu yazıdan okul idaresi kendimi öldüreceğimi sezmiş babama bana dikkat etmelerini söylemişti.
Epey bir zaman evde göz hapsinde tutulmuştum.
Taa o günlerden sakıncalı biri olarak görülmüştüm.
Ergüder Yoldaş, öldü bir sabah ben gözlerimi hayata açarken bu dahi adam gözlerini kapatıyor.
Dahi diyorum çünkü yaptığı Baçh analizi çalışmasıyla Alman müzik adamları ve Alman senetosu tarafından son yzyılın dahisi seçilmiştir.
O’na Türkiye’nin Mozartı da deniyor.
1990’lı yıllarıydı, sanırım bu dahi adam Türkiye’nin karşısına çöp adam olarak çıkmıştı.
Basın böyle lanse etmişti.
Dahi delilerin hayatları böyledir...
Diyojen de bir varilde yaşadı, Hani şu Diktatör İskender’e “gölge etme başka ihsan istemem” diyen adam...!
Bu dahi ve delinin ölümü beni çok duygulandırdı kız kardeşi kaldığı yere gidiyor.
Ona “sen burada üşümüyor musun, kalk evime gidelim”diyor.
Aldığı cevap yürekleri dağlayan bir cevap, tabiki yürekleri olanlara!
Olmayanlara karetmez...
“İçime kar yağıyor ama ben gelemem” bu adama bu acılı, ağrılı dilsiz sözleri söyleten nedir?
İki üç gündür bunları düşünüyorum.
Ben biraz eski eşi Nur Yoldaş’a bağladım.
Çünkü eşiyle yaşadığı tatsız bir olaydan sonra hayata küsüyor.
Müziği bırakıyor, herkesden, herşeyden kaçıyor.
Karın yağdığı ilk gündü bir parkta üstübaşı döküntü içinde orta yaşlı bir adamla tanışmıştım.
Gece orada kalmıştı, “beni evime götür”dedi.
Götürdüm, kapıyı açan kadın “ben sana gelme demedim mi, niye geldin” (!)
Yoksulluk en derin aşklarla birbirini seven insanları düşman ediyor...
Güzel şeylerin yerini senet, sepet, para, mal, mülk almış geçim sıkıntısı toplumun önemli değerlerini alt üst etmiş.
İnsani ilişkiler, dostluklar, aşklar yara almış, ne ise kadınlar, kadınlar, kadınlar...!
Sokrat eşinin yüzünden Filozof olduğunu söyler.
Virginia Woolf kadınları anlatmaya başladığı zaman “biz deli kadınlar” der.
Kleopatra sevdiği erkeklerin özünü emer kabuklarını atarmış.
Yüzünün yarısı ışıklı yarısı karanlık ay gibiymiş.
Sorvenles Don Kişot adi dünyanın en büyük romanını bir köylü kızı olan sevgilisi için yazmış.
Kadın denilen gizemli yaratığı anlamak mümkün değil.
Kendilerine yapılan hiç birşeyi unutmaz zamanı geldiğinde...