Yine geçtim emektarın başına.
Yine ne yazsam bu hafta kararsızlığıyla...
Memleket meselelerinden dem vurmak istemiyor canım.
Şöyle gönlümüzü açacak bir şeyler karalamak istiyorum.
Yok, kardeşim yok.
Memlekette sorun da yok ki, ne yazayım kardeşim?
Duble yollarımız mı yok?
Çok hızlı trenlerimiz mi?
Pardon adı yüksek hızlı tren olacaktı.
Refahın yüksekliğinden, avm'ler tıka basa dolu.
Şöyle bir bakın sağınıza, solunuza her bir kişinin altında tomofil var.
Neyimiz yok neyimiz?
Refah-ül âlâ...
(Bu kelimeyi de uydurdum. Yanlış yazmış demeyin ha!)
Nefsime uydurma beni.
Uydurup da günaha sokma, günahım bana yeter.
En iyisi masal anlatayım ben.
Nasıl olsa çok seviyoruz masalları.
Kim ne zaman demiş bilmem, bir varmış bir yokmuş.
Masal, mesel vermeli ya, bu sebepten olsa gerek zamanın evvelini seçmişler.
İşte bu evvellerin birinde, yazı yazarken susadım.
Kalburla su içmeye gittim.
Bir de baktım ki, birileri birilerinin beşiğini tıngır mıngır sallayıp durmakta.
Üstelik bir de yanık türkü tutturmuşlar avazdan.
Bitap düşmüşler garipler, ha babam, de babam avutmaya çalışmaktan.
Hele bir yol yardım edeyim diye düşündüm, gözüm kesmedi.
Kalburuma su doldurup, sıvışıverdim oradan.
Görmesinler beni diye de, gökyüzüne saklandım.
Sıkıldım beklerken, başladım güneş ve ayla kovalamaca oynamaya.
O bulut senin, bu yıldız benim derken yoruldum.
Yumuşacık bir buluta uzanıverdim, içim geçmiş.
Rüya bana dalmış.
Uğraşıp duruyorum yıllardır, birileri geliverse de alt etsem bu rüyayı diye.
Nerde?
O birileri çok meşgulken,birilerinin beşiğini sallayıp, ninni söylemekle.
Çok beklerim ben daha çok...
Yine de umut garibin ekmeği , yorulurlar da bırakırlar belki de...
Ya sizce?