Beni bütün dünya insanları tanır. Ünlü yazar Victor Hugo’nun “Sefiller” isimli dünyaca ünlü romanının başkahramanıyım.
Beni dönemin Fransız hükümeti küreğe mahkûm etti.
Hayatımın yarısını faşizmin zindanlarında geçirdim. Ben bir Fransız yurttaşıyım. Bir de benim, sarı pasaportum var.
Devlet, kimliğimi iptal etti. Ve bu sarı pasaportu verdi.
Dönemin Fransa’sında sarı pasaportlu olanlar devlet düşmanı, sermaye düşmanı ve hain sayılır.
Sarı pasaportu olanlara devletin tüm kapıları kapalıdır ve devletin hiçbir olanağından faydalanamazlar.
Yaşama hakları ipotek altına alınır.
Siz sormadınız, ben de söylemedim.
Benim suçum ekmek çalmaktır. Ben, bir fırından bir ekmek çaldım. Dünyanın en yüz kızartıcı şeyini yaptım. Hiçbir insanın çalma hakkı yoktur. Ama ben buna mecbur kaldım. O gece benim için bir ölüm gecesiydi. O gece bütün ahlak kurallarını yıktım, çünkü insanlıktan çıkmıştım.
Beni bu hale getiren dul ablamın açlıktan ses sese verip ağlayan yedi yetim bebesiydi.
Ablam bir işte çalışırdı ama yetiştiremiyordu. Ama hayat pahalı, ücretler çok düşüktü.
Tüm emeğiyle geçinenler büyük bir azap içindeydi.
Ablamı kötü işler yapmaya zorluyordu sistem.
Böyle şeyler yapmamak için kendini zorluyordu. Faşizmin olduğu ülkelerde böyle şeyler yaşanır.
Çünkü faşizm, açlık, yoksulluk…dur. Ve sömürü üzerine kurulur. Halk ne oranda fakirleşirse, zenginler ve o oranda zenginleşir.
Mevlana diyor ki, “Ey hükmedenler, halkın boynuna binmeyin ki, ayaklarına gut inmesin!” (gut: protein fazlalığıdır)
Yeri gelmişken, 16. Luis genç bir delikanlı, çok yermiş. Obur olacak diye kral babası hep “çok yeme” dermiş.
Luis, bir gün babasına “karnım tokken daha rahat uyuyorum” demiş.
Yıl, 1915, Fransa’da zenginler, kraliyet ailesi, toprak ağaları ve tüccarlar zenginleşirken, halk ekmeğe muhtaç durumdadır.
O günün Fransa’sı bugünün Türkiye’sine öyle çok benziyor ki…
Bir haber programında izlemiştim, Türkiye’de 50.000 aile, çocuklarına bakamadıkları için devlete vermek için müracaat etmişler. Türkiye’de yoksulluk, açlık, işsizlik her dönemde olmuştur.
Ekmek… yoksul halkın en temel gıdasıdır. Ekmeğin o mis kokusu dünyanın en önemli kokusudur. Ve yoksulların tatlı rüyasıdır. Hayalinize bir ekmek fırının önünden geçin ve o fırından burnunuza gelen taze ekmeklerin kokusunu içinize çekin.
Müthiş bir şeydir!...
Bu kokuyu hiçbir nesnede bulamazsınız. Hele bir de karnınız açsa, ekmek alacak bir paranız, bir işiniz yoksa!...
İşte Jan Valjean’ın hayat hikâyesi böyle bir kokunun ve ekmeğin hikâyesidir.
O ekmeği çalmak zorundaydı, çaldı da…
Ve karşılığında Fransız faşizmi onu yirmi yıla mahkûm etti.
Hatırlarsanız, Türkiye’de de baklava çalan çocuklar vardı. Bu romanı okumak öyle zordur ki, her insanın vicdanı dayanamaz.
Bir yanda açlık, işsizlik, öte yanda büyük bir zenginlik, insanın ruhunu acıtıyor!...